Hatay Mahalli Haber
MENÜ
Tamer Yazar
Tamer Yazar
yazar5@hotmail.com
Paylaş Paylaş Paylaş Yazı 427 defa okundu.

Zor hayatlar hikayeler Peki biz neredeyiz o hikayede

Kadın, frengi hastası, 8 çocuğu var… Bu çocukların üçü sağır, ikisi görme, birisi de zekâ engelli. Kadın, hamile ve doğan çocuk, LUDWIG VAN BEETHOVEN !

Sarhoş baba, hasta anne, yatılı okullarda geçen yalnız bir çocukluk, bitmeyen depresyon ve sara hastalığıyla mücadele eden bir dahi: FYODOR DOSTOYEVSKI !

6 çocuktan ilki o… İki erkek kardeşi bebekken ölüyor, üç kız kardeşi Nazi zulmünde yaşamını kaybediyor… Babası baskıcı, geçimsiz... O ise hep yalnız… Onun adı: FRANZ KAFKA !

11 yaşında babasını kaybediyor, dedesi sert kişilik... Onu evden gönderiyor... Yoksul bir aile… 11 yaşında tersanelerde çıraklığa başlıyor; MAKSIM GORKI !

Babasından sürekli kemerle dayak yiyen bir çocuk… Çoğu geceler sokakta yatıyor... Cildi hasta, karaciğerinden muzdarip: CHARLES BUKOWSKI !

13 yaşında annesi ölüyor, okula gidemiyor, hayatı boyunca ruhsal hastalığının tekrarlayan ataklarından muzdarip… Bir kitap kurdu: VIRGINIA WOLF !

Babası borçları yüzünden hapishaneye düşünce, çalışarak borçları ödemek ve ailesine bakmak zorunda kalan, okula gidemeyen küçük bir çocuk… O, kendini yetiştiriyor: CHARLES DICKENS !

DEHA dediklerimizin saklı hikayeleri onlar !

Başarının gerisinde duranlar, asla vazgeçmeyenler !

Aslında konumuz DEHA olanlar değil, ama başka başka hikayeler ! Çok daha yorgun olanlar… Hayatın bir köşesinde bekletilenler… SIRANI BEKLE denilirken, unutulanlar… Ama onlar da hikâyeleri adına vazgeçmek istemiyor… Hayatın içinde olmak ve bizlerle adımlamak istiyor… Yaşamlarına dair yazmak istedikleri BAŞARI adına fırsat bekliyor… En çok da SABIR !

Evet…

Konumuz, engelli bireyler…

Geçen gün bir şey okudum, ki kalbime dokundu desem, yalan olmaz…

Şöyle…

Farslar, görme engelli birine “kör” tâbirini yakıştırmaz, “ruşendîl” derlermiş… “Ruşendîl”, Türkçeye çevrilince, “kalp gözüyle gören” anlamına gelirmiş... Peki ya, kalp'ten görme engelliyse insan? O zaman nasıl görürmüş?

Tam da buna dair bir hikayem var…

Sabrımıza dair, en çok da gerçeğimize…
Hadi okuyalım…
-

10 dakikalık bir filmin yılın en iyi kısa film ünvanını kazandığı ve sinemada gösterime gireceği açıklandı... Filmi merak edip izlemeye gelen büyük bir kalabalık toplandı… Seyirciler salona girdi ve film oynamaya başladı, ama bir gariplik vardı... 
Filmin başlamasına 6 dakika olmasına rağmen, ekranda aynı sahne vardı… Kamera açısı, sadece bir odanın tavanını gösteriyordu… 7. Dakika, aynı sahnede bir değişiklik olmadan geçince, seyirciler şikayet etmeye başladılar ve bazıları ‘zamanını kaybettiğini’ söyleyerek salondan ayrılmak istedi…

Tam o sırada…

Kamera açısı tavandan yere indi ve omurilik felci olan, yatağa uzanmış bir çocuk görüldü…

O an ekranda şu cümle yazılıydı: 
“Bu engelli çocuğun hayatının her saatinde gördüğü sahnenin sadece 8 dakikasına sunduk size… Ama siz, buna 8 dakika bile katlanamadınız!”

-

Dürüstçe…

Gerçeğimiz bu…

Bizlerin asıl hikâyesi bu…

Soru şu… 
Bu hikaye ile devam mı, yoksa filmin sonunu DEĞİŞTİRELİM mi ?