Yediğimiz lokmalar Yanı başından geçtiklerimiz
Yaşlısından gencine ve hatta çocuk yaştakine, çöp karıştıran ve orada ekmeğini arayanlarımız o kadar çoğaldı ki… İki yakası bir araya gelemeyenlerin ülkesinde, tek tencerenin başında bir kap çorba ısıtma derdinde olanlarımız da… Bugünden yarına umut taşımakta zorlananlarımız da…
Peki, ne olacak ? Biri aç diğeri tok, devam mı edecek ? Yaşam hikayelerinin sonunda hep MUTSUZ SON mu yazacak ? Ve bizler, birbirimizi, o son anda İYİ BİLİRDİK diye uğurlamaya devam edeceğiz, öyle mi ? Bence değil…
Bugün bir hikaye okuyalım ve DÜŞÜNELİM, olur mu ?
-*-
Aksaray-Eskil ilçesi Küçükbozcamahmut yaylasından Seyit Talaşlı, geçtiğimiz günlerde Konya´da çalıştığı işyerinde kendini asarak yaşamına son vermişti. Hayatını kaybeden Seyit Talaşlı’nın intiharının ardından dram çıktı. Seyit Talaşlı’nın yaşadığı dramı facebook hesabında anlatan, Eskil 75. Yıl Anadolu Lisesi Müdürü Dursun Altan’ın klavyesinden dökülen sözcükler, tüm ilçeyi yasa boğdu. İşte o paylaşım…
Eskil´li hemşehrimiz Seyit Talaşlı intihar etti. Neden intihar etti? Bir yıl önce hanımı kanserden vefat etti. 4 çocukla kaldı. Babası kanser hastası, annesi de rahatsız. Eskil´de iş bulamadı. Konya´da üç kuruşluk bir işe girdi. Geceleri işte çalışıyor, gündüzleri de hastanede babasının tedavisi ile ilgileniyordu. Eskil´de kalan çocukları buram buram burnunda tütüyordu. 4 Çocuğundan ikisi de hastaydı. Hasta babası ile mi ilgilensin, hasta anası ile mi ilgilensin, yoksa hasta iki yavrusu ile mi ilgilensin? Hangisine yetişsin, hangisine para bulsun? Annesine, ´Anne, çocuklarımı çok özledim, burnumda tütüyorlar´ diye ağlamaya başladı. Gözyaşları dizinden tırnağına indi. ‘Anne, sen da hastasın, çocukları da senin başına yıktım geldim´ diyordu, gene ağlıyordu. Maddi imkansızlıklar diz boyu. Yetişemiyordu, yetiştiremiyordu. Ne bir zengin çağırıp bir iş veriyordu, ne de bir siyasetçi ´Gel arkadaş, sen ihtiyaçlısın seni işe alalım, çocuklarının başında dur.´ diyordu. Ezanlar okunuyordu, Eskil´deki 15 civarında camiden birbiri peşi sıra. Ama bu imamlardan biri de gelip, ‘halin vaktin nasıldır’ diye sormuyordu. Biri de ben olmak üzere, çocuklarını okutan öğretmenlerden biride evini ziyaret edip, halini durumunu sormuyordu. Bir komşusu, bir hemşehrisi, kısaca bir Allah´ın kulu halini sormuyordu. Gittikçe büyüyordu çaresizliği. Esnaf, oturduğu kasanın başında kredi kartı post makinesi ile cırt cırt tahsilat yapıyordu. Siyasetçiler onu görmüyor, zengin, çocuklarını işe alıyordu. Biz memurlar ise maşlarını alıp, çoluk çocuğumuzla afiyetle yiyorduk, elbiseler alıyorduk. Biz mutluyduk, siyasetçi mutluydu, komşular mutluydu, esnaf mutluydu. Ama Seyit´in evinde çaresizlik her tarafı sarmıştı. Dayanamadı Seyit, taşıyamadı Seyit. 4 Çocuğunu geride yapayalnız bırakıp ölüme yürüdü. Arkasından dediler, ‘Keşke yapmasaydı, canına kıymasaydı, öbür dünyasını da mahvetti…’
Öyle mi? Öyle mi? Öyle mi? Demek bu çaresizlik ve yalnızlık içerisinde canına kıyan Seyit cehenneme gidecek, bizler de cennete gideceğiz, öyle mi? Öyle mi? Öyle mi? Eskil´in siyasetçisi, esnafı, memuru, vatandaşı, biz… cennete gideceğiz öyle mi? Öyle mi? Öyle mi?
Bugün cuma namazında, imam camiden bizi kovalamalıydı… ‘Demek Seyit yoksulluktan, çaresizlikten, yalnızlıktan canına kıyacak, 4 tane yavrusunu hem öksüz hem yetim hem yalnız bırakacak, siz buna seyirci kalacaksınız, haberdar olmayacaksınız, şimdi burada kılacağınız iki rekat namaz ile Allah´ın rızasını kazanacaksınız, cennete gideceksiniz öyle mi? Hadi varın gidin işinize’ deyip, camiden kovalamalıydı bizi. Ben de dahil olmak üzere hepimizi. Birbirimize, ´Cumanız mübarek olsun´ diye mesaj attığımız için, Cumamız mübarek oldu öyle mi? Cennet bu kadar ucuz mu? Seyit çaresizlikten canına kıyarken, bizim yediğimiz lokmalar helal mi? Seyit çaresizken canına kıyarken, Hacc´a gitmek bize farz mı? Bilmiyorum, hocalar daha iyisini bilir. Seyit canına kıydığı için geride kalan 4 çocuğunun üzerine güneş batarken, biz, evlerimizde çoluk çocuğumuzla yemeğe kaşık sallarken, o lokmalar bizim boğazımıza durmalı, çakılıp kalmalıydı. Lanet olsun fakiri görmeyene, lanet olsun fakiri gözetmeyene, lanet olsun bana, lanet olsun bize, lanet olsun hepimize. Daha ne diyeyim?
Sakın bize hakkını helal etme Seyit… Çekelim cezamızı sonuna kadar, sonuna kadar! Bize merhamet etme… Biz merhameti hak etmiyoruz.
Seyit´in büyük oğlu Recep, görev yaptığım Eskil 75. Yıl Anadolu Lisesi’nde okuyor. Babasının vefat ettiği gün, babasının Eskil´e kendilerini ziyarete gelmelerini bekliyormuş. Kara haberi alan öğretmen arkadaşlar, sınıftan Recep´i çağırmışlar, Recep heyecanla çıkmış sınıftan, ´Herhalde babam geldi´ diyerek. Söyleyememiş arkadaşlar, ´baban öldü´ diye.
Bu yazıda sarf ettiğim kem sözler, önce kendime sonra da üzerine alınan herkese… Seyit gitti, gelmez geri, haydi bari seferber olalım, geride kalan 4 yavruya, anasına babasına…
-
Şimdi DÜŞÜNÜN, etrafınızda akan yaşam adına, DÜŞÜNÜN !