Yaşıyoruz Ama… Dursak Mı, Düşünsek !
Çok yazan biri olarak, sanırım çokça da okuyorum… Yazmak için araştırmak gerekli, biraz bundan… Gündemden düşmemek için başkaları NE yazıyor kısmını kaçırmamak gerekli, en çok da bundan…
Biz yazanlar,
…en çok da İNSAN YÜZLERİ’nde dururuz !
Dudakların konuşmadığı, konuşmak istemediği zamanlarda, adeta bağırır kendisini ! Yaşadıklarının içinden çıkmak istercesine bakar size ! Nefreti de öfkeyi de umudu da saçar her bir tarafa ! Yüze oturan tüm o derin çizgilerin rotasında hayat vardır ! Yorgun, vazgeçmiş, kaçmak isteyen, savaşan, teslim olan, yaralanan ve hatta ölenler vardır !
Bugün, o yüzleri okuyan bir başkasındayım…
HAYAT diyendeyim…
“Bize bir şey oldu” demiş yazısında ! “
Yaşamıyoruz sanki, gün sayıyoruz” diye de eklemiş !
Devamı mı ?
-
Umut etmeyi bıraktık, sadece oyalanıyoruz, tadımız tuzumuz kalmadı… Kışımız, baharımız benzer… Acımıza ezber bir gülümseme, sevincimize buruk bir ifade yerleşmiş… Ev aynı ev, ama eve aidiyetimiz bilmediğimiz bir dünyaya göçmüş gitmiş gibi… Yol aynı yol, ama gitmek de dönmek de anlamını yitirmiş gibi… Sanki konuşmuyor da mırıldanıyoruz artık... Yolumuzda adım adım yürümüyoruz da dörtnala, amaçsız koşuyoruz... Nefes almaya devam ediyoruz tabii, ama iç çeker gibi… Boşluklarımıza düşmemek için telefonlara gömülüyoruz… Kendimizi unutmak için televizyonlara dalıyoruz... Yalnızlığımızı hatırlamamak için kalabalıklara karışıyoruz...
Özümüzün üstünü birileri örttü !
Ayıplanmayalım diye verdikleri kıyafetleri giydik... Fikirlerimizin üstüne ağ attılar... Yargılanmayalım diye maskelerle gizlendik... Duygularımızın aslını yaşamaktan korktuk... Hissetmeyelim diye makineleştik...
Yorgun beyinlerimizi taşıyoruz… Yenilemeyi beceremiyoruz... Kırık kalplerimizi saklıyoruz... Tedaviyi de reddediyoruz… Ruhumuz isyan etmiş de bizi terk etmiş gibi… Bedenlerimizi, hissizliğimizin önüne katıp oradan oraya sürüklüyoruz... Seslerimiz cılızlaştı, renklerimiz matlaştı, hislerimiz kördüğüm oldu... Anılar boşluğa asıldı, hayaller eşikte sıkıştı, hevesler kursakta kaldı… Görev gibi uyanmalara, emir gibi çalışmalara, merasim gibi aile akşamlarına, zehir gibi uykusuzluklara, ölüm gibi uykulara teslim olduk… Bazen bir umut deyip, eski günlerdeki gibi sofralar kuruyoruz… Oturuyoruz, ama orada değiliz... Yiyoruz, ama tadını almıyoruz... Sohbet de ediyoruz, ama birbirimizi duymuyoruz... Şarkılar dinliyoruz, ama hiç hislenmiyoruz... Sevinçlerin uzağındayız, acılardan kaçınıyoruz… Öfkelerden çok yorulmuşuz, korktuklarımız da başımıza gelmiş zaten... Artık şaşırmıyoruz, utanmıyoruz, pek kaygılanmıyoruz…
Bize bir şey oldu !
Yaşıyoruz, ama kendi hayatımızı yaşamıyormuşuz gibi yaşıyoruz !
Böyle bir dünyada güçsüz olmak canımızı yakar diye kırılganlığımızı da kaybettik...
Umut sözcüğünü, dişlerimizi sıkarak kullanıyoruz artık…
Hayalimizi sorduklarında, korkudan titriyoruz…
Ne kendimizden kaçabiliyoruz ne kendimize dönebiliyoruz…
Belki de hatırlamaya ihtiyacımız var… Er ya da geç hatırlamaya ihtiyacımız var… Sıradanlaştırdığımız hayatlarımızın anlamında unuttuğumuz cesaretimiz var... Teslim olduğumuz düzenin altında kaldıkça sesi kısılan çocukluğumuz var…
Bize bir şey oldu, ama tüm olanlarla yeniden var olmaya ve yaşamaya ihtiyacımız var…
-
“BENİ ANLATMIŞ” dedik mi hiç ?
“YAŞADIKLARIM” diye mırıldandık mı peki ?
Düşünün biraz…
Hayatı…
Hayatın içinde akan yüzleri…
Bu hikayelerin çok daha fazlasını barındıranları…
“YALNIZ DEĞİLİM” demeyi ihmal etmeyin ama !
Çünkü değilsin…
Yalnız değilsin…