Vazgeçmeyin mola da vermeyin Yaşama sahip çıkın
Bugüne kadar milyonlarca insan pes etti… Öfkelenmiyorlar, ağlamıyorlar, hiçbir şey yapmıyorlar… Yalnızca zamanın geçmesini bekliyorlar… Tepki gösterme becerilerini yitirmiş onlar ! Sense üzgünsün… Bu da senin ruhunun hâlâ canlı olduğunu kanıtlar!
*.*.*
İlk kısımda olmadığımıza mutlu mu olmalıyız ? Pes eden ve teslim olan mutlu (!) kalabalıkların yerine öfkelenen ve bir şeyler yapmaya çalışan bizler, verdiğimiz tepkilerin karşılığında elde ettiğimiz skorun sıfır hanesinde durup, ‘bir daha ve bir daha’ deyip denemeye devam mı etmeliyiz ? Sizi bilmem ama, ‘evet’… Başka şansımız var mı ? Aksi halde pes etmek gerekmez mi ?
O yüzden haklı…
Paulo Coelho haklı…
Denemeye devam etmeliyiz…
Yaşama tepki vermeye devam etmeliyiz…
Tüm doğruları çığlık çığlığa haykırmaya devam etmeliyiz...
"Sorgulanmayan hayat yaşamaya değer değildir" felsefesini kendine ilke edinmişlerin mücadelesi de bundan değil mi ? Bu ülkeyi yaşanabilir bir coğrafya yapmaya çalışanların kendilerini feda edişleri de bundan değil mi ?
Haklısınız, bugün de tam buna dair...
Başlayalım mı ?
Evet…
Cumhuriyet davasında ara karar açıklandı… Mahkeme; Kadri Gürsel, Akın Atalay, Ahmet Şık, Murat Sabuncu ve Kemal Aydoğdu'nun tutukluluk halinin devamına karar verdi... Bülent Utku, Mustafa Kemal Güngör, Musa Kart, Güray Öz, Turhan Günay, Önder Çelik ve Hakan Kara'nın ise tahliyesine karar verildi... Duruşma, 11 Eylül 2017 tarihine ertelendi...
Akılda kalanlar mı ?
Ahmet Şık mesela…
Hani demiş ya… “Bu yüzden söyleyeceğim o ki, dün gazeteciydim. Bugün gazeteciyim. Yarın da gazetecilik yapmaya devam edeceğim. Yani, hakikati boğmak isteyenlerle aramızdaki bu uzlaşmaz çelişki hiç bitmeyecek…”
Ne düşünüyorsunuz bilmiyorum ama…
Cumhuriyet Gazetesi davasının savunma tutanakları arasında gidip gelirken, ülkenin yaşadığı travmaya bir daha tanık oluyor insan… Demokrasinin aldığı hale tanıklık ediyor… Sahip olunan kelimelerin cümle hallerinde, ellerinde cımbızla SUÇ arayan değil, ama SUÇ yaratanları izliyor, ki izlerken de Umberto Eco akla geliyor… “Ne yani, böylesi korkunç bir dünyanın bir de cehennemi mi var?” demiş ya…
Haksız mı ?
FETÖ diye tabir edilen sahte bir imamın cemaat yapılanmasının din vurgusunda ilerleyen ülke gerçeğiyle on yıllardır mücadele eden bir Gazete bile bu hale getirilebiliyorsa, sahi bizler ne yapalım ? Yazıp çizdiklerimizden korkalım mı ? Sorduklarımızdan vazgeçelim mi ? Belki de hiç yazmayalım… O zaman nefes de almayalım… Köşe bucak saklanalım… Sinelim… Bedenlerimizi gölgelere çekelim… Kalemlerimizi nadasa alalım… Kağıtlarımızı toparlayıp dolaplara istifleyelim… Ve bir gün tozunu alıp raftan indireceğimiz günlerin hayalini kuralım…
Bu mudur ?
Yok, bu değil !
Vedat Türkali’nin dediğinden…
“Bizim işimiz uyutmak değil, acıları gösterip uyandırmak!”
Tamam, siz de haklısınız…
Hani hep dendiği gibi…
Hayat, bazen olmayan kapıların açılmasını beklemek gibi, yoruyor, umutlandırıyor, olmayan kapıları varmış gibi gösteriyor… Öyle ki, inanıyorsun… Oysa o kapıların ardı hep duvar… Ve anlıyorsun ! Hayat çok usta bir oyuncu...
Ama umut denen şey, NEFES gibi…
Vazgeçmek, MOLA VERMEK mümkün mü ?
Yok, vazgeçmeyin, mola da vermeyin, yaşama sahip çıkın…