Valiliğin korumasındalar Peki son yaptığımız mı
“Hayatta yaşamak zorunda olduğumuz şeyler vardır, ki bunları hiç birimiz bilemeyiz…”
Merak ettiniz değil mi ? “Benjamin Button'un Tuhaf Hikayesi" filminden kısa bir anekdot ! İzlediniz mi ? Bence izleyin… Çok şey anlatıyor, yaşama dair… Bir anda değişebilen her şeye dair… Kontrol edemediğimiz o her şeye dair !
Buna bir kesim KADER diyor…
Başka birileri de TESADÜF…
Ama biz, KADER denen kısmından ilerleyelim ve Nietzsche’nin KADER’i anlatış noktasında durup biraz düşünelim… Niye mi ? Mutsuzluğumuza ve eldekinden uzaklaşıp BAŞKA başka şeylerin peşinden koşuşlarımıza öyle güzel bir resimleme yapmış ki, sanırım dayanamadım…
‘Amor fati’ demiş, o kısa anlatışta…
Ve başlamış anlatmaya…
.*.
Deniz kıyısında bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır.
Güneş onu yakıp kavurur.
O da Tanrıya yakarır keşke güneş olsaydım diye.
“Ol” der Tanrı. Güneş oluverir.
Fakat bulutlar gelir örter güneşi, hükmü kalmaz.
Bulut olmak ister. “Ol” der Tanrı. Bulut olur.
Rüzgâr alır götürür bulutu, rüzgârın oyuncağı olur.
Rüzgâr olmak ister bu kez. Ona da “Ol” der Tanrı.
Rüzgâr her yere egemen olur, fırtına olur, kasırga olur.
Her şey karşısında eğilir.
Tam keyfi yerindeyken koca bir kayaya rastlar.
Oradan eser buradan eser, kaya bana mısın demez!
Bildiniz ! […] Tanrı kaya olmasına da izin verir.
Dimdik ve güçlü durmaktadır artık dünyaya karşı…
ama sırtında bir acı ile uyanır….
Bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır..
Kaderini SEV […] belki seninki en iyisidir.
.*.
Hayat denen şey o kadar adaletsiz ki, bazen SEVMEK yetmiyor, haklısınız… ‘NİYE BEN’ diyorsunuz… Avuçlarınızın ortasında sıkıca tuttuğunuz kaderinizin sizi dizlerinizin üzerine acıyla çökerttiği her noktada çığlık çığlığa bağırıyorsunuz… ‘HAYIR’ deyip İSYAN ediyorsunuz… Ama yine de mücadeleden vazgeçmiyorsunuz… Nietzsche’nin KADER’i anlatış noktasında durup, sevmeye çalışıyorsunuz…
Tüm bunları yazıp çizerken ve de okurken, DÜŞÜNDÜM…
Antakya Korunmaya Muhtaç Çocukları ‘KORUMA’ Derneği Yönetimi’nin Antakya Erkek Öğrenci Yurdu’nda kalan 250 çocuğa yaptığı son yardımın FOTOĞRAFLARI arasında gezinirken, DÜŞÜNDÜM… > Kaderini SEV […] belki seninki en iyisidir < diyen Nietzsche’yi… Ardından da yaşamın en başında hepimizden çok YORULMUŞ ve yalnız kalmış çocuklar için bir araya gelmişlerin yan yana dizdiği Y.A.R.D.I.M fotoğraflarını… ‘BİZ YAPTIK’ deyişlerini… Ellerinde Y.A.R.D.I.M poşetleri ile verdikleri ÇOCUK bakışlarla dolu pozları… Çocuk KADERLERE ekli son ‘yapılanı’ , ama ‘olmayanı’ … Bu şekilde olmaması gerektiğini sık sık tekrar ettiğimizi… Altını özenle çizip, DİKKAT diye ekleyişlerimizi…
Aslında güzel başlamışız ! 250 Çocuğa giysi vermişiz… Mutlu etmişiz… O mutluluğa UMUT da eklemişiz… Kaderini SEV bile demişiz ! Ama onları AFİŞE de etmişiz ! Kaderleri noktasında ellerinden tutarken, elde YARDIM poşetleri, patlayan flaşların ışığına onları KURBAN etmişiz ! Ardından da o çocuk bakışları gazete sayfalarına ekletmişiz ! Buna da YARDIM demişiz… O yüzden, OLMAMIŞ, bu şekilde HİÇ OLMAMIŞ !
Rav Naftali Haleva der ki… “Kavgayı bir ağacın yaprağına yazmak isterdim, sonbahar gelsin, yaprak kurusun diye… Öfkeyi bir bulutun üzerine yazmak isterdim, yağmur yağsın, bulut yok olsun diye… Nefreti karların üzerine yazmak isterdim, güneş açsın, karlar erisin diye… Ve dostluk ile sevgiyi yeni doğmuş bebeklerin yüreğine yazmak isterdim, onlarla büyüsün, dünyayı sarsın diye…”
Tamam da, NİYE BU KADAR ZOR ?
Bir şeyleri doğru ve güzel yapmak niye bu kadar zor ?
Sizi bilmem ama… OLMASI GEREKENİ bilirken, OLMAMASI GEREKENİN altına imza atmaktan vazgeçsek mi artık ? Hele ki KADERİNİ SEV’menin zorluğunda duranların umudunu kırmasak… Hani BİLEREK ya da BİLMEYEREK !