Vali de konuşmuyor Müdür de Belediye Başkanı da Mimarlar da
Öyle bir şehir düşünün ki, herkes KONUŞUYOR, ama konuşurken, aslında SUSUYOR…
Garip oldu, biliyorum…
Ama onca kelime kalabalığımıza rağmen hiçbir şeyin altını çiz-e-meyen hayat duruşlarımızdan bahsediyorum… Elde avuçta olanı diğer avuçlara dökmeye çalışırken, herkesin parmak aralarını açıp eldekini de kaybettiği bir memleketten bahsediyorum…
Yükü taşımak mı ağır geliyor, bilemedim !
Nasıl bu hale geldiğimizi de…
Bir hikaye ile başlayalım istiyorum…
Pirelerin hikayesini bilir misiniz ?
Dr. David Schwartz’in bir yazısı var, ‘Cam Tavan Sendromu’ diye… Hayat noktasında ‘VAR’la ‘YOK’ arasında bocalayan bizlerin onca kelime kalabalığına rağmen anlamlı tek bir sözcük dahi üretememesi de budur belki ! ÖĞRETİLMİŞ çaresizliktir… Öğrenip de vazgeçemediğimizdir… En sonunda tanınmaz hale gelmemiz de bundandır…
Hikayemize başlayalım mı ?
.*.
Bilim adamları pirelerin farklı yükseklikte zıplayabildiklerini görürler. Birkaçını toplayıp 30 cm yüksekliğindeki bir cam fanusun içine koyarlar. Metal zemin ısıtılır. Sıcaktan rahatsız olan pireler zıplayarak kaçmaya çalışırlar ama başlarını tavandaki cama çarparak düşerler. Zemin de sıcak olduğu için tekrar zıplarlar, tekrar başlarını cama vururlar.
Pireler camın ne olduğunu bilmediklerinden, kendilerini neyin engellediğini anlamakta zorluk çekerler. Defalarca kafalarını cama vuran pireler sonunda o zeminde 30 santimden fazla zıpla(ya)mamayı öğrenirler.
Artık hepsinin 30 cm zıpladığı görülünce deneyin ikinci aşamasına geçilir ve tavandaki cam kaldırılır. Zemin tekrar ısıtılır. Tüm pireler eşit yükseklikte, 30 cm zıplarlar! Üzerlerinde cam engeli yoktur, daha yükseğe zıplama imkânları vardır ama buna hiç cesaret edemezler.
Kafalarını cama vura vura öğrendikleri bu sınırlayıcı ‘hayat dersi’ne sadık halde yaşarlar. Pirelerin isterlerse kaçma imkânları vardır ama kaçamazlar.
Çünkü engel artık zihinlerindedir. Onları sınırlayan dış engel (cam) kalkmıştır ama kafalarındaki iç engel (burada 30cm’den fazla zıplanamaz inancı) varlığını sürdürmektedir.
Bu deney canlıların neyi başaramayacakları nı nasıl öğrendiklerini göstermektedir. Bu pirelerin yaşadıklarına ‘cam tavan sendromu’ denir. Bir insanın gelebileceğine inandığı en üst nokta, onun cam tavanıdır. Cam tavanınız, hayallerinizin tavan yüksekliğini gösterir. İnsan, inandığına denktir. Yapabileceğini düşündüğü kadardır.
*.*
Bizlerin hali de ha bire çarptığımız o CAM TAVAN gibi mi ? Peki, kaç santime kadar düştük sizce ? Kaç adım ötemize kadar gidebiliyoruz ? Kelimelerimizin cümle hallerine kaç gram özgürlük katabiliyoruz ?
Soruyorum…
Çünkü…
Bu kentin orta yerinde; Hancağız, Koçören ve Hüseyinli Mahallelerinin kesiştiği hektarlarca alanın ağaçlardan temizlenip (!) sanayi kurulma çabasında yükselttiğimiz haklı tartışmaya tek bir çevreciyi bile dahil edemedik… Konuşmadılar ! Hiç konuşmadılar ! Ya memnundular ya da susmak iyi geldi ! Ardından Defne ilçesi Uğur Mumcu Meydanı’nda çıkan tarihi emanetler için yazdık, söyledik, hatta fotoğrafladık… Ama bir Allah’ın kulu da çıkıp demedi, BİRİ KONUŞSSUN diye, eldekini saklamanın gayretinde duranların HESABI NE diye… Ardından, taş ve ahşap evlerin Antakya’sında, tescilli bir alana asfalt yol döşerken de durum değişmedi ! Kimse öfkelenmedi ! DUR demedi ! NE YAPIYORSUN diye eklemedi ! Fısıltıyla eleştirilerini paylaşanlar mı ? Seslerini yükseltmedi! Ne bu kentin mimarları, ne bu kentin sevdalıları ne de diğerleri… Olan oldu, biten bitti…
Bir şeyi anladık…
Eldekine dair Vali de konuşmuyor, Müze Müdürü de… Olan bitene rağmen Belediye Başkanı da, Mimarlar da… Yok olan ve yıkılan için Dernekler de, çevreciler de… Saklanan ve kaçırılanlar için İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü de, asfaltın mahallesinde Muhtar olan da…
Onları anladık (!) anlamasına da, peki ya bizler… !
Bizler niye konuşmuyoruz ?
Hayata niye müdahil olmuyoruz ?