Tesadüfen çıkan Romayı Bir güzel sulara gömdük
Danimarkalı Filozof-Teolog Søren Aabye Kierkegaard’ı okuyanınız var mı bilmiyorum ama, “Meseller” adlı kitabında bugüne dair konuşacaklarımızı o kadar güzel betimlemiş ki…
Zaman kaybetmeden başlayalım mı ?
-*-
Tiyatronun kulisinde bir gün yangın çıkmış… Palyaço, haber vermek için sahneye gelmiş… Herkes bunun bir şaka olduğunu sanıp alkışlamaya başlamış… Palyaço uyarmaya devam ettikçe, alkışlar daha da hızlanmış… Sanırım, dünyanın sonu, HER ŞEYİN BİR ŞAKA olduğunu sananların yükselen alkışları arasında gelecek...
-*-
Daha iyi anlatılamazdı herhalde…
‘Yangın varrrrr’ deyişimize dair hele ki…
Yok, söndüren yok, çünkü yangına inanan yok…
Kentin betonlaşan coğrafyası üzerinde bizlere ha bire mucizeler (!) yarattıklarını söyleyenlerin yönetiminde nefes alıp verirken ve bu mucizeler karşılığında ceketlerimizi ilikleyip saygıda sıfır hata ile oynamaya çalışırken, zor… Bu şartlarda bizlere inanacak birilerini bulmak çok zor… Hele ki onlardan bizler için ayağa kalkıp bir şeyler söylemesini beklemek… Ne demiş Arthur C.Clarke ? “Her gün, radyo ve televizyonun çeşitli kanallarından ne kadar çok yayın yapıldığının farkında mısınız? (…) İnsanların, artık pasif süngerler haline gelmesine şaşmamalı! Yalnızca emiyor, ama herhangi bir şey yaratmıyorlar…” Belki bundan ! Bekleyişlerimizin parantez aralarına sıkışması bundan…
Oysaki sahne öylesine kalabalık ki !
Nasıl mı ?
Bu kent adına ne zaman şık (!) ve bolca protokol (!) kokan bir toplantı düzenlendiğinde, Valisinden Belediye Başkanına ne kadar çok insan katılıyor, hiç izlediniz mi ? Peki, bu tür toplantılarda görünmek için, ite kaka ilerleyen sıranın en sonunda beklemeyi bile bir ayrıcalık sayanların kalabalığını fark ettiniz mi ? O kadar çoklar ki ! Görünmek isteyenler ! El sıkıp, ardından eğilip bükülenler !
Bu tür toplantılarda ne olur, bilir misiniz ?
Herkes mutlu bir yüz ifadesi ile gülümser bir diğerine… Selamlar verilir, ki bu kent Allah’ın bir lütfudur ! Öyle ki, herkes elinden gelenin en iyisini yapmaktadır… Tamam, sorunlar vardır, ama bu durum KADI KIZI hikayesine kadar indirgenir ! O yüzden sorunlar üzerinde çok durulmaz, onlar zaten zaman içinde çözülecektir… Onları çözecekler de bu kentin kudretli yöneticileridir… Eleştiri mi ? Bu tür buluşmalarda asla olmaz ! Olsa da, sahipsizdir… Ortaya konuşulur ! Sanki tüm o sorunlar bir gece vakti gökten zembille birileri tarafından indirilmiştir… Sorumlular da onlardır ! Suçlu da böylece bulunmuştur ! Sonra kadehler kalkar, tebrikler paylaşılır… Ama bu kentin kadim geçmişine vurgu ise illakidir ! Ne de olsa medeniyetler kentidir ! Hatta en cilalısından markadır ! Bu toplantının katılımcıları mı ? Bu markanın kırmızı halı sakinleri… Beklenen olur, flaşlar patlar, herkes mutludur, ki hakkında konuşulan bu coğrafya bir gecelik toplantıda bir kez daha düşman işgalinden, yani sorunlarından ELBİRLİĞİYLE kurtarılmıştır !!! Bu zafer herkesindir…
Zafer !
Asi Nehri’nin kiri ve kokusu içinden birkaç gündür herkese göz kırpan eski Roma sütün başı da bu zaferin bir parçası mı peki ? Hani ‘bulduk’ sandığımız, ama kimsenin hakkında tek kelime bile etmediği, hatta konuşmadığı şeyden bahsediyorum ! Sanmam ! Birkaç gün önce, nehrin kuruyan yatağı içinde, toprağın üzerindeydi… Ama Pazar günü sulara gönülmüş hali ile izledik onu… Marka denilen kentin zaferini izledik… Sahi, bu markanın kırmızı halı sakinleri neredeydi bunca zaman ? Niye konuşmadılar, konuşma gereği bile duymadılar ?
Kimse kötü olmak istemiyor galiba…
Filmin kötü karakteri olmayı hiç istemiyor…
O yüzden sorunu hissettiği o andan uzaklaşıveriyor…
Aksi halde sahnede olma garantisini kaybetmekten korkuyor…
O yüzden, ceketini itinayla ilikliyor, saygıda sıfır hata ile oynuyor… Kimseyi kızdırmamak için de üç maymunun kapalı gişesinde finalde ayağa kalkıp VAR OLAN MAYMUNLUĞUMUZ için delicesine olan biteni alkışlıyor… Ve suya gömdüğümüz Roma’yı ne duyuyor, ne görüyor, ne de biliyor…
Ama en çok da şunu biliyor !
Duymadığı, görmediği ve bilmediği müddetçe, ayaklarının altına serilen kırmızı halı boyunca yürümesini kimse engelleyemez !
Keyfini çıkarın !