Suspuslarla yoğrulmuşuz
…Neden sustuğunu bilenler, neye ve niye sustuğunu da bilebilenlerdir… Susturulduğu için susmaksa, Adem'e bahşedilen kelimeleri hapsetmenin ağır bedeli olarak, kıstırılmış bir akrebin kendi kendini zehirlemesidir…
Ne dersiniz !
Bize bizi anlatır gibi…
Hatta BUSUN der gibi…
Sanırım sadece bu kadarız…
Fazlasını da beklemeyenleriz…
Suskunluğu onaylanan yaşamlarız…
Söz verildiğinde ezberi tekrar edenleriz…
Yoksa bunca şey olurken, niye böylesine sessiziz ?
Sahi, ne oldu da bu kadar sessizsiniz?
Kelimeleriniz emanette mi ?
Peki ya cümleleriniz… !
Belki uykudayız…
Peki, gördüğümüz ne ?
Sessizliğimize bedel olan ne ?
Bir masal mı ?
Hani bir Yazarın anlattığı gibi…
*
Kim kapattı ışıkları içime ? Masallarım nerede ? Kırmızı başlıklı kız, yedi cüceler, deve-cüce oyunu... Devler... Pireler... Eveleme develeme... Al satanlar bal satanlar... Gözü açık uykuya dalanlar...
Bir varmış bir yokmuş... Balta girmemiş kediler ormanında bir aslan miyavlamaktaymış... Bir baykuş kükremekteymiş, koca (mış) fil ordusuna... Yarım yamalak kanadıyla uçmaktaymış dere kenarında bir balık... Her şey karmakarışık (mış)... Karışmış (mış) akıl bir rüyaya... Sonra rüya devrilmiş bir masalın ortasına... Masal kaçmış gökyüzüne... Kara büyülü kuyuya düşmüş yıldızlar... Gökyüzüne dayatılmış bir merdiven… Çekip çıkarılmış tek tek düşen yıldızlar... Asılmış sonra birer birer gecenin mavi sarayına...
Saray ışıklanmış, aşk küllenmiş... Bir ömür boyu asılı kalmışlar göğün en tenha yerinde... Göğe bakma durağında onlar ermiş muradına, bize iki damla hüzün...
*
Bitti…
Eldeki tek masal bitti…
Ama ben sizinkini merak ettim…
Aslında bu kadar susarak yaşamın neresinde durduğunuzu…
Başka bir yazarın dediği gibi…
…Hayatımızı gözden geçirirken, genelde gözden kaçırdığımız noktalar çok olur… Hayatımızdaki "en"leri toplayıp "keşke"lere böldüğümüzde kalan "belki"ler, bizim, hayat felsefemizin kaçıncı durağında olduğumuza işaret eder diye düşünüyorum…
Aslında siz de haklısınız ! Çoğumuz susuyoruz, susmak zorunda kalıyoruz… Bazen işimizi kaybetmemek için, bazen dostlarımızı… Bazen de yaşamın ta kendisi için ! Ayakta kalabilme süremizi uzatmak için mesela… Sürekli beslenen korkularımıza yenik düşmemek için hatta… O yüzden de göçebe ruhuyla yaşıyoruz… Ne zaman bir gerçeğe denk gelsek, korkup oradan uzaklaşıyoruz… Bir gerçekten diğerine, ta ki tüm gerçeklerden uzaklaşana dek… Güvende hissedene dek !
Peki, tamam mıyız ?
Yeterince uzaklaştık mı ?
Tüm gerçekleri geride bıraktık mı ?
O zaman seslenmenin de vakti !!!
“...Eskici ! Dur, bekle bir dakika ! Alır mısın benim kırık düşleri mi de ? Aka aka örselenmiş gözyaşlarım var bir de... Sahi ne alırdın sen ? Zaman aşımına uğramış anlamsız boş bakışları da alır mısın ? Güneşte kalmış rengi solmuş suskunlukları... Tutamadığım sözler var mesela, atmaya kıyamadığım yanık zamanlardan… Kül rengi akşamlarım var, hasret kokan anlardan… Mevsimlerim var; yağmurlu bahardan kalma...”
Bir de kelimelerim…
Kullanılmamış…
Yepyeni…