Şu zamanlar mı Yoksa, bir zamanlar mı
-
Bu zaman, benim zamanım değil dostlar. Ben, İstanbul'un beyefendi dolu olduğu zamanlarda, Attila İlhan'ın şiir yazdığı, Nazım Hikmet'in hapse düştüğü, Can Yücel'in küfre sardığı, Cemal Süreyya’nın memur olduğu, Ümit Yaşar Oğuzcan'ın oğlunu kaybettiği, Turgut Uyar'ın ikinci eşiyle evlendiği günlerde yaşamak isterdim.
Şiir yazmak ve bir kadını sevmek, o zamanlar daha anlamlıydı.
Bu sahte dokunuşlar, bu tatsız sevişmeler ve karşılıklı menfaatleşmeler, inanın midemi bulandırıyor. Çok şey istemiyorum oysa… Sahilde çayın yanına şiir yazmak, evde camın kenarında kahve içmek istiyorum. Her gün posta kutuma gelen mektupları, cam kenarında, o kahvenin eşliğinde, heyecanla okumak istiyorum. Bakkalla sohbet etmek, manavla tavla oynamak istiyorum. Paranın beş para etmediği, gülümsemenin öfkeyi mağlup ettiği o günlerde konuşmak istiyorum.
Evde, çevirmeli telefonum olmalı.
Ayhan Işık - Belgin Doruk filmine biletimiz olmalı cebimizde.
Ülkemi sevdiğim için hapse düşmeliyim. Görüş günüme, sevdiğim kadın, annemle birlikte gelmeli. İkisinin de elini tutunca, özgür olmalıyım.
Ben; bu çağın, bu ihanetlerin, bu basitliğin, bu günü birlik ilişkilerin, bu bozuk düzenin adamı değilim…
Şimdilerde kimi tanısam, kendini övmekten, dünyanın sesini duyamıyor. Kibir ve bencillik yok etmiş onları. Ellerinde bir ayna, varlıklarına şahit arıyorlar. Herkes beni biliyor, ama hiç kimse beni anlamıyor. Kendime yabancı kalıyorum kendi memleketimde. Her tarafım ön yargıyla çevrilince, kendi yalnızlığıma çare olamıyorum, bunca insan içinde…
“Ne kadar seversen, o kadar severim” diyorlar.
“Beni mutlu edersen, seni mutlu ederim” diyorlar.
Sevmeye mi geldik, yoksa ticaret yapmaya mı, bilemedim !
Olmuyor böyle.
Ben;
Eski zamanlarda yaşamalıyım,
Ve mutsuzluk, çok uzak bir ülke olmalı…
Hiç gitmediğim…
-
Okurken, “BEN DE” diyen oldu mu aramızda ? Olmuştur… Atakan Gülgar’ın kelimelerinde ilerlerken, sanırım herkesin kafasında özlem duyduğu bir yaşam formu belirmiştir… Ertelediğimiz, hayal ettiğimiz yaşamlarımızı düşünmüşüzdür belki de, kim bilir !
Hep deriz ya ;
“Okulu bitirene kadar, çok para kazanana kadar, çocuklar olana kadar, çocuklar evden ayrılana kadar, işe başlayana kadar, evlenene kadar, cuma gecesine kadar, pazar sabahına kadar, yeni bir araba ya da ev alana kadar, borçları ödeyene kadar, ilkbahara kadar, sonbahara kadar, kışa kadar, maaş gününe kadar, emekli olana kadar…”
Ama madem bu yaşam çok da bizim istediğimiz gibi değil, ertelemeden, keyfini çıkartmak da lazım, değil mi ?
Dedikleri gibi,
…mutluluk bir varış değil, bir yolculuktur !
O zaman, iyi yolculuklar :)
Kimsenin sizi durdurmasına izin vermeyin ;)
*-*
Bazen, kaybetmektir…
SİZE KAZANDIRAN!
Kenyalı koşucu Abel Mutai, bitiş çizgisine sadece birkaç metre uzaklıktaydı. Ancak tabelaları karıştırdı ve yarışı bitirdiğini düşünerek durdu. İspanyol yarışçı Ivan Fernandez, hemen arkasındaydı ve neler olduğunu anlayarak, Kenyalıya koşmaya devam etmesi için bağırmaya başladı. Mutai, İspanyolca bilmiyordu ve anlamadı. Neler olduğunu anlayan Fernandez, Mutai'yi zafere itti.
Bir muhabir, Ivan'a, “Bunu neden yaptın?” diye sordu. Ivan yanıtladı; “Benim hayalim, bir gün kendimizi ve başkalarını kazanmaya zorladığımız bir tür topluluk yaşamına sahip olabileceğimiz...” Muhabir, “Peki Kenyalının kazanmasına neden izin verdin?” diye ısrar etti. Ivan, “Kazanmasına izin vermedim, o kazanacaktı. Yarış onundu” diye yanıtladı. Muhabir ısrar etti ve tekrar sordu, “Ama kazanabilirdin!”
Ivan, ona baktı ve yanıtladı:
“O zaman benim zaferimin değeri ne olurdu? Bu madalyanın onuru ne olurdu?”
Haklı…
Peki, bizler neredeyiz, kazandıran KAYBEDİŞLERİMİZDE ?
Göze alabiliyor muyuz o kaybedişleri ?
Yoksa ölümüne mi her yarışımız ?