Son halimiz mi Yok bize benzemiyor
‘Yaşam adına -yaşadıklarımız- mı daha çok yoksa -kaçırdıklarımız- mı ?’ diye sorsam, ne derdiniz ? Sanırım şunu… “Gözlerinizi açın ve sonsuza kadar kapanmadan önce, onlarla ne kadar çok şey görebilirseniz görün…” Niye mi ? Çünkü uzun gibi görünen çok kısa bir ömrümüz var !
Madem öyle ;
Denildiği gibi yapıyor muyuz ?
Sahi, açık mı gözlerimiz ?
Görüyor muyuz ?
Bilmem !
Emin değilim…
Ama Can Yücel de bir şeyler demiş yaşama dair…
Hayatın ürkütücü hiçliğinin ötesine taşımış bizleri…
Demiş ki ;
Günaydın…
Iskalamak istemiyorsan hayatı
Haydi şimdi kalk bakalım
Silkin şöyle bir
At üzerinden hayatın yorgunluğunu
Vakit zannettiğinden daha az
Haydi kalk bakalım
Şimdi yaşamak zamanı…
Ve Özdemir Asaf…
İki-üç paragrafla geçiştirilemeyecek kadar derine inen yaşamlarımızı o GÖRME eylemi noktasında tutmuş ısrarla ve aslında görmek için bakarken takılı kaldığımız açının tutsak halini işaretlemiş… Ardından da eklemiş…
“Otobüsün sol camından etrafı izlerken, sağ camından kaçırdıklarımızdan ibarettir bazen hayat…”
Yaşam adına bir fırsattan bahsediyor olmalı her bir söylenen ! Tanrı’nın yaşam hediyesine ekli nefesin keyfine işaret ediyor olmalı ! Ama olmuyor… Zorluyoruz, ama olmuyor ! Peki, ne mi oluyor ? Delicesine koşuyoruz ! Bazen tek bir yalanın peşinden ! Yalan olduğunu bildiğimiz hayallerin peşinden ! Sonunu bildiğimiz filmlerin peşinden ! Bazen de yalan sözlerin, elimize tutuşturulan ezber repliklerin ! …Ve hepsi, her biri, yalan bir hayat yaratmak için ve o yalan hayatın içine girip yalan bir mutluluk oyununun parçası olmak için ! Biraz da bu yüzden ! Bakıp da gördüklerimizden nefret ediyor olmamız bu yüzden ! Herkesin bir yalanın parçası olduğu bu koca hayatta bize düşen parçanın körlüğünde kalma ısrarımız belki de bu yüzden ! Otobüsün sol camından etrafı izleme ısrarımız hani… Ve diğer camı es geçmemiz de ! Hatta bir zaman sonra o camı da kapatıp, sırtımızı koltuğa verip, yolculuğun geriye kalanını kapalı gözlerle sürdürme niyetimiz de !
Geçen gün bir arkadaşımla konuşurken öyle şeyler anlattı ki, BÖYLE MİYİZ sahiden deyiverdim !
Belki...
Yok, daha ötesi !
Aslında hep aynıydık !
Sadece hiç fark etmedik !
Nasıl mı ?
O anlatsın, bizler onaylayalım, olmaz mı ?
‘Ne zaman bir yere gitsek, yarışır gibi, hepimiz en fiyakalı telefonlarımızı masaya koyuyoruz ! POKER masasında elindeki kartlardan emin REST çeken taraf gibi ! Hepsi son model ! Hepsi çok pahalı ! Bu, merhaba deyişlerimizin ilk perdesi ! Ardından mı ? Telefonumun modeliymiş, ayakkabımın markasıymış, nerede kiminle ne yediğimmiş, tatil için nereye uçacağımmış… Sana, bunlarla adam yerine konulduğunu hissettiren bir toplumda yaşıyor olduğunu fark etmen çok da uzun sürmüyor…
Aslında seni sen yapanın KENDİN değil de bunlar olduğunu anlaman da !”
Evet…
Yaşamı formatladığımız son hal bu !
Şairlerin bahsettiği yaşamı getirdiğimiz hal bu !
İçimize atıp da sustuklarımızın ağırlığında son halimiz bu !
Peki, böyle geldi böyle mi gider ?
Gitmesin, eldeki o tek yaşama dair halimiz Oğuz Atay’ın dediği gibi olmasın… Hani demiş ya; “YAŞAR gibi yapmaktan, ÖZLEMEZ gibi yapmaktan, İYİYMİŞ gibi yapmaktan, nefes alıp onu içimde tutmaktan, o nefeste boğulmaktan sıkıldım. Ki nefessizlikten değil, nefesten boğulmaktır marifetimiz…”
O zaman gelsek mi ?
Kendimize, ama bir an önce…