S.Ö.M.Ü.R.Ü. Dün de bugün de
Duygu Asena, “Aslında Aşk da Yok” adlı kitabında demiş ki…
“Sömürü, insanın karşısına aniden çıkmıyor. Genellikle hiç belli etmeden, sinsi sinsi yaklaşıyor. Sömürü, her alanda, bir sıvı gibi yavaş yavaş giriyor, belli etmeden… Çeşitli kılıklara bürünüyor… Aşk oluyor, yakışıklı bir erkek oluyor, bir çift güzel söz oluyor, sempatik bir patron oluyor, ün oluyor, hatta zaman zaman para bile oluyor. Sömürünün marifeti, önce size zevk veriyor olması. Sömürü, çok akıllı. Önce sizi mutlandırıyor, umutlandırıyor, ondan sonra yavaş yavaş iliğinizi, kemiğinizi kurutuyor. Bir kez de sararsa her yanınızı, hiç çıkmıyor. Karar vermelisiniz! Sömürüyü hissettiğiniz anda kendinizi geri çekmelisiniz. Yoksa aşktı, ündü, iltifattı, bunun sonu gelmiyor.”
Hayata dair her alanda olan bir şey bu, haksız mıyım ?
Bazen iyiliğinizi sömürürler…
Bazen de iyi niyetinizi…
Ve bazen emeğinizi…
Hatta yüreğinizi…
Ve geriye sizden bir şey kalmayıncaya kadar sürer bu…
Geçenlerde, SÖMÜRÜ kelimesinde dururken, bir hikâye okudum buna dair…
Dünün yaşamları adına paylaşılmış yorgun bir hikâye…
Sömürülen çocuk hayallerini anlatan bir hikâye…
Tarihçi Nazan Maksudyan paylaşmış…
Sömürünün çocuk halini…
Evet…
İşte o kelimeler…
-
Türkiye’den Almanya’ya İlk Giden İşçiler 1960'lardaki Yetişkinler değil Cihan Harbinde Yetim Kalmış Çocuklardı.
Türkiye’den Almanya'ya işçi gönderilmesinin miladı olarak, Türk-Alman İşçi Alımı Anlaşması'nın imzalandığı 31 Ekim 1961 tarihi kabul edilse de Almanya’ya ilk gidenler Birinci Dünya Savaşı’nda yetim kalmış çocuk işçilerdi. 1917-1918’de zanaatkâr çırağı, tarım çırağı ve maden işçisi olarak Osmanlı’dan Almanya’ya gönderilen yetimler, Türk, Ermeni, Arap, Yahudi asıllı yüzlerce öğrenci/işçi çocuktu. 314 kişilik grup Nisan 1917 sonunda Sirkeci’den askeri bir trene bindirilip on günde Berlin’e ulaştı. Gönüllü olan ancak gittikleri yerde maden ocaklarında çalışacaklarından haberi olmayan, 200 çocuktan oluşan ikinci gruptaki yetimlerse Maraş, Antep, Kilis, Ankara, Söğüt, Niğde, Konya, Bursa, Manisa, Karahisar ve Edirne’den gelmişlerdi.
En küçüğü 7 en büyükleri ise 15-16 yaşlarındaki bu çocukların Almanya’ya gönüllü gittiği söyleniyordu ancak muhtemelen oraya vardıklarında üç yıl ücretsiz çalışıp, dördüncü sene maaş almaya başlayacaklarından haberleri yoktu.
Çocukların sağlık, beslenme, kıyafet, hijyen sorunları vardı. Dil bilmiyorlardı Çocukların tavrı da bir sorundu. Yöneticiler çalışmak istemediklerini, kaçtıklarını, kavga ettiklerini söylüyorlardı.
Neden savaşın ortasında yetimlerin Almanya’ya gönderilmesine karar verilmişti? Osmanlı açısından iyi eğitilmiş, iş becerisi olan işçi yetişmesi ve ülkeye dönüp sanayileşmeye katkı sunması olarak, Almanya açısından ise işgücü eksiğini karşılaması olarak açıklanıyordu. Ama Osmanlı açısından ekonomik açıklama yeterli değil. Hem Alman hem Osmanlı arşivlerinde gördüğüm, Osmanlı bu çocuklara iyi bir hayat ve eğitim vermekle değil, olabildiğince çok çocuk yollamakla ilgiliydi çünkü hazineye yük oluyorlardı. Almanların da tek dürtüsü ekonomik değil, yarı sömürgeci bir dürtüydü.
-
Okuduklarınız size ne hissettirdi bilmiyorum ama… Duygu Asena’dan Nazan Maksudyan’a, SÖMÜRÜLEN hayatlarımız hep olmuş anlaşılan… Buna dair sınırımız ise hiç olmamış…
Bugün mü ?
Farklı mıyız sahi ?
Düşünün !