Sessizliği özgürleştirin Bırakın o konuşsun biraz
“Ertelemek, yaşamın mayasını kaçırır” demiş Ferhan Şaylıman, ‘Hiçlik’ adındaki romanında… Ben mi ? Uzun zamandır ertelemedim hiç… Ne kelimelerimi ne de onların ardından koşan asıl beni… O yüzden aynı noktadayım ve diyorum ki… Kızdıysan bağır, sevindiysen söyle, acıktıysan ye, uykun geldiyse yat, özlediysen arkasından koş, sıkıldıysan çarp kapıyı çık, konuşmak istiyorsan konuş... Niye mi ? Sonraya ertelenen ne varsa ruhunu, kokusunu, tazeliğini, öz suyunu yitiriyor ya, ondan… Söylenmeyen sözler mi ? Zamanaşımına uğruyor. Yaşlanmaya benziyor aslında… Sözcükler de büzüşüp küçülüyor... Geriye dönüş yapıldığında, o vurucu gücü ve etkiyi beklemek hayal oluyor...
Güzel demiş, Ferhan Şaylıman…
O yüzden siz SİZ olun, ertelemeyin !
Peki, ‘ne’ yapayım ?
Sorunuz tam olarak bu mu ? Ne yapmanız gerektiğinizi size söylemem mi ? Peki, şu ana dek yaşadığınız da bu değil mi ? Başkalarının söyledikleri olmadı mı tüm hayatınız ? Öncelikleriniz, sizi tanımayanlarca belirlenmedi mi ?
Frank Schatzing haklı olarak der ki… “Kafamın içinin, binlerce çekmecesi olan bir komodin olduğunu düşünüyorum… Herkes aklına eseni içine tıkıştırıyor…”
Şimdi, düşünün…
Bugüne kadar ki SİZ’i düşünün !
Ama tüm o çekmeceleri boşaltırken…
İçindeki her şeyi tek tek etrafa fırlatırken…
Size ait olanlar için çekmecelerde yer açarken…
Tamam mı ?
Boşalttınız mı ?
O zaman sıra sorum da…
Hayatınızı oluşturan (ya da boşalan çekmecelerinizi dolduracak) notaların nasıl bir şarkı mırıldanmasını isterdiniz ? Ne tür bir şarkı ? Yavaş mı ? Hızlı mı ? Belki klasik… Ya da pop… Biraz arabesk mi yoksa ? Karışık daha mı iyi dersiniz ? Tamam, haklısınız… Biliyorum ! İsteyemiyorsunuz ! İstek şarkı hakkınız bile bulunmuyor hatta… Ertelemeleriniz de bu yüzden… ‘Belki bir gün’ deyişleriniz de… Tamam da, size ait olmayan bir şarkıyı yaşamınız boyunca bozuk plak gibi tekrar ettiğinizi düşünsenize… İstediğiniz bu mu ?
Duyamadım !
‘DEĞİL’ mi dediniz ?
Bir kez daha deyin !
DEĞİL deyin !
İstediğim BU DEĞİL deyin !
O zaman ilk nota ile başlayın…
DO ya da Sİ olsun, belki SOL da…
Ama SİZ olsun, size ait bir KENDİNİZ olsun…
Bırakın SAÇMA olsun, ama her şeyiyle özgür olsun…
Hayatı, başkalarının notalarında bedenleşen şarkıların arasında geçirenlerimiz o kadar çok ki, bu yazı onlara yazıldı aslında… Hatta bir hikaye var, paylaşmak istediğim… Hayata, kendine, içeride sıkışıp kalan kelimelerine geç kalmış bir hikaye…
Şöyle;
.*.
40 yıl geçti aradan… ‘Evleneceğin adam bu’ dediler ! Öyle karar vermişler… İstemesek de ne haddimize… Öyle-böyle dediler, 40 yıl geçti aradan… ‘Bari bir fotoğrafımız olsun’ dedim, bir fotoğrafçı getirdiler… Nasıl da şaşkınım… Hayatımın ilk fotoğrafı böyle çekildi işte… Ama baksana, utancımdan başımı kaldırıp bakamadım bile... Çok kıymetlidir bu yüzden, hep saklarım... Şimdi sorsan ‘mutlu musun’ diye ? 40 yıl geçti aradan ! Mutlu olsam ne olmasam ne... Allah iki evlat verdi… Onlarla mutluyum işte…
.*.
Peki, siz !
‘Mutluyum işte’ demek mi yoksa ‘MUTLU SON’ mu istiyorsunuz ?
Mutlu son !
O zaman başlayın…
Çünkü siz yazacaksınız !