Sana içimi döksem TOPLAR MIYIZ
Bir şeyler yazarken, sizi ‘kelime kelime’ takip eden bir takım insanlara ‘aslında ben bunu kastetmedim’ dercesine sunmaya çalıştığınız cümleler vardır hani… Haklısınız ! Varlar, ama anlatamazlar ! Gerçeğinize ise dokunamazlar… Dokunabilirler mi ? Sanmam… Belki yanı başından geçerler ! Ama duymazlar ! Ne fısıldananları ne çığlıkları !
Oysaki söylemek istediğiniz o kadar çok şey vardır ki… Ama susarsınız ! Susamadığınız zamanlar da uzaklaşırsınız ! Dayanamayıp fısıldadıklarınızı diğerleri duymasın diye, yaşamı bir adım geriden takip edersiniz…
Ve bir zaman gelir, artık yaşama da geç kalırsınız !
Bugün aynaya baktığında birçoğumuzun kendisinde gördüğü şey bu… Peki aslında ne miyiz ? Gördüğümüz şey ne mi ? Bedeni ve ruhu kendisine ait, ama onların dışında yaşadığı her şeyi ‘uyumlu’ olma çabasına tutsak, hatta ‘uyuma’ mahkum kalabalıklarız !
Korkuyoruz…
Bazen kendi diyeceklerimizden…
Diyeceklerimizi duyacak diğerlerinden…
Diğerlerinin bir başkasına ileteceklerinden…
Kelime olmaktan korkuyoruz…
Kelimeleri yan yana getirmekten korkuyoruz…
Cümle cümle, paragraf paragraf olacaklardan korkuyoruz…
Onca şeyin bizi diğerlerine anlatmasından korkuyoruz…
Şu ana kadar sustuklarımızdan korkuyoruz…
Susturulduklarımızdan korkuyoruz…
Belki de en çok, kendimizden !
Biriken kendimizden !
Biraz da bu yüzden, kelimeler bile kendi kelimeleriniz olmaktan çıkmıştır bir zaman sonra ! Hatta öyle bir zaman gelir ki… Size ait olmayanlarla size ait olanları anlatmaya çalışırken, bu defa en ağır suçu işler, kendinizi de kandırmaya başlarsınız ! Diğerlerine anlattıklarınızın gerçek olduğunu düşünmeye zorlasınız kendinizi… Anlatamadıklarınızı ise daha derine itersiniz… Size fısıldamalarına bile izin vermezsiniz…
Peki, nereye kadar ?
Cemal Süreyya demiş ya ;
Sen bakma
bu kadar hüzünlü şeyler yazdığıma…
Ben çok gülerim.
Ve gülerken,
hiç kimse yalan olduğunu anlayamaz…
Bizimkisi de o mesele… !
Sen bakma bana ait olmayan kelimelerle hayatı anlatmaya çalıştığıma ! Halime en çok ben gülerim ! Gerçeğime en çok ben kahkahayı basarım ! Kendi yaşamlarımıza uzaklaştığımız bu yeni oyunun PERDE dediği sahneyi ise en ön sıradan yine ben izlerim ! Alkışı mı ? En çok ben yaparım ! Ellerim patlayıncaya kadar alkışlarım o yalanın perde dediği oyunu ! Hatta kime ait olduğu belli olmayan yaşamların sahipsiz kelimeleri ile dolu replikler için ıslık çalar, konfetiler saçarım !
Oynarım !
Ben de oynarım !
En başrollüsünden ama…
Ve en cilalı ödüllüsünden…
Kelimelerin ve yaşamların korkarak sahne aldığı bu koca tiyatroda ben de varım, diyorum ama…
Kötüyüm !
Oyunculukta kötüyüm !
Oynarken açık veriyorum !
Yüzüm maskemi kabul etmiyor !
Kalbim ise repliklerimi reddediyor !
Jack Kerouac der ya…
…Benim ilgimi çeken insanlar deli olanlardır ! Yaşamak için deli olan, konuşmak için deli olan, her şeye aynı anda ihtiras duyan, hiçbir zaman esnemeyen ya da sıradan bir şey söylemeyen…
Biraz bundan…
Biraz da…
“Ve bütün yaptıklarım, bütün hissettiklerim, bütün yaşadıklarım herhangi bir şehrin sokaklarındaki günlük hayattan bir yayanın eksilmesinden ibaret kalacak” diyen Fernando Pessoa’dan…