Perdeler Replikler Hayatlar Tarifi değiştirelim mi
Osmanlı döneminin unutulmaz aktörü Tomas Fasülyeciyan'ın muhteşem bir tiradını okurdu Münir Özkul… Defalarca tekrar etmişimdir bu sayfada… Ajandamın bir köşesinde de durur her bir kelimesi… Değerlidir benim için… Fısıldayan hayatlarımızın ezberlenmiş replikleri olarak belki de… Ertelenmiş, rafa kalkmış kelimeleri olanların emanet halleri olarak ya da… KENDİ olamamışların kalabalıkları olarak en çok da…
Şu an ki hayatlarımıza baktığımda gördüğüm şey mi ?
Bir Yazar şöyle demiş…
-
İnsan yorgunluktan ibarettir.
Gelir, yorulur ve gider.
-
Sonrası mı ?
PERDE iner…
Tüm replikler sona erer…
Oyunumuz alkışlarla sahneden iner…
Ve inen o koca perdenin gerisiyizdir artık…
Tomas Fasülyeciyan ve Münir Özkul mu ?
Haklısınız, sıra onlarda…
Onların unutulmaz repliklerinde…
PERDE inse de bitmeyen oyunlarında…
Evet…
Fasülyeciyan ve Özkul şöyle der, PERDE inmeden…
-
Zaten aktör dediğin nedir ki ?
Oynarken varızdır, yok olunca da sesimiz bu boş kubbede bir hoş seda olarak kalır... Bir zaman sonra da unutulur gider... Olsa olsa eski program dergilerinde soluk birer hayal olur kalırız…
Görooorum, hepiniz gardoroba koşmaya hazırlanıorsunuz... Birazdan teatro bomboş kalacak... Ama teatro işte o zaman yaşamaya başlar... Çünkü Satenik’in bir şarkısı şu perdelere takılı kalmıştır... Benim bir tiradım şu pervaza sinmiştir... Hıranuşla Virginia’nın bir dialogu eski kostümlerden birinin yırtığına sığınmıştır… İşte bu hatıralar o sessizlikte saklandıkları yerden çıkar, bir fısıltı halinde sahneye dökülürler…
Artık kendimiz yoğuz...
Seyircilerimiz de kalmadı…
Ama repliklerimiz fısıldaşır dururlar sabaha kadar…
Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır…
PERDE !
-
Bizler mi ?
Bir yazarın, “İnsanlar, saramadığı yarayı saklarmış… Bazen bir gülüşün içinde, bazen de derin bir sessizlikte…” deyişi gibiyiz… Aslında çok PERDELİ hayatlarımızın birçok evresinde bize fısıldananları tekrar ederiz… Tekrar ederken de, o derin sessizliğin içinde ardı ardına bir şeyler deriz… Dedikçe de uzatırız o listeleri… Uzayan listelerin uzun ömürlü ÖLÜMLÜLERİ olarak, yaşam formülümüzdür her biri… Aslında bu bir çeşit yemek tarifidir… Sistemle iyi geçinmenin, ince eleyip sık dokuyan karışımıdır… Ölçeği belli bir hazırlığın servis öncesi kalabalığıdır…
Tarif mi ?
Az sormalı…
Az düşünmeli…
Az yazmalı…
Az tüketmeli…
Az sorgulamalı…
Az kaşımalı…
Ve az fark edilmeli…
Ama illa ki “çok” çocuk doğurmalı…
Size de öyle gelmiyor mu ? Sanki garip bir filmin içindeyiz… Charles Bukowski demiş ya hani… “Bazen hepimiz bir filme hapsolmuşuz hissine kapılıyorum... Repliklerimizi biliyoruz, nereye doğru yürüyeceğimizi biliyoruz, nasıl oynayacağımızı biliyoruz… Sadece kamera yok… Yine de çıkamıyoruz filmin içinden ! Ve film, çok kötü…”
Ne dersiniz, tarifi de filmi de değiştirsek mi ?
24’e PERDE desek ve 25’e de farklı başlasak…
Olur mu ?