PARAM VAR AMA Tüketmeye hakkım var mı
Hiç, ‘memleketi ben mi kurtaracağım’ demek yerine, ‘EVET’, belki de ‘O KİŞİ BENİM’ dediğiniz olmuyor mu? Kim bilir ! Belki de o kişi sizsiniz ! Beklenen o kişi sizsiniz ! Memleketi kurtaracak olansınız !
Olamaz mı ?
Haklısınız… Aslında hiç birimiz, MEMLEKETİ sorunlardan bir çırpıda kurtarma gücüne sahip değiliz… O zaman NE YAPABİLİRİM diye soruyorsunuz ! Ben de sordum geçen… Bir cevap okudum ardından ! Aslında bu bir hikaye… Bir yaşam hikayesi… Mucize yaratmanın peşinde umut kırıntıları toplayanların okuyup da NEDEN OLMASIN dedikleri bir yaşam hikayesi…
Bugün bir kez daha okuyalım istedim…
Tek solukta, sonuna kadar gidelim istedim…
Ama son kelimede durup da düşünelim de istedim…
O zaman başlatalım misafir kelimelerimizi ve noktalayalım günü…
-
Kırmızı süveteri delik deşik olmasına rağmen, hala üzerinde… Ayakkabısı da yamalı... Sökük paltosunu, pantolonunu, yakalarını ters-yüz ettiği gömleklerini yıllardır kullanıyor... 10 yıldır hiçbir şey almamış üzerine... Karaca markasının ve Tema Vakfı’nın kurucusu Hayrettin Karaca, “Param var, ama tüketmeye hakkım yok” diyerek, ‘al tüket ve yok et’ diyen tüketim toplumuna açtığı savaşla gurur duyuyor.
Dünyada tüm insanları doyuracak kadar yiyecek olduğunu, ama gözü aç olanları doyuracak hiçbir şeyin olmadığını söyleyen Karaca, Türkiye’de bir zamanlar fakirleri aç bırakmayan kültürün nasıl yok olduğunu hüzünlenerek anlattı... “Dünya ikiye bölünmüş artık. Gözü açlar ve karnı açlar... İşte o gözü açları doyurmayacağız...” diyen Karaca şöyle konuştu:
“Ben bir kasaba çocuğuyum... Varlıklı bir ailenin çocuğuydum… Ama herkes eşit şartlarda oynardı sokakta. Bütün çocuklar gibi ben de yalınayak oynardım... Akşam olduğu zaman annem seslenirdi. Avucuma bir kap sıcak yemek koyardı... Kulağıma eğilip, ‘komşu anneye götür’ derdi... Etrafımızda bizi duyacak kimse yoktu ama, bu bana verilen ‘aman kimse görmesin Hayrettin’ mesajıydı... Komşu annenin yağını, odununu kim alır, kimse bilmezdi… Paylaşma düzeni vardı, o kültürdü… Savaştan çıkmış bir Türkiye’de ‘fakirim’ diyen çoktu, ama ‘açım’ diyen yoktu… Oradan aldım bu kültürü... Kaybolan budur, giden budur… Ama Anadolu’yu gezerken görüyorum ki, bu değerleri hala yaşatanlar var…”
-
Burada bir mola alalım mı ?
‘Aman kimse görmesin Hayrettin’ de…
Çünkü buna dair Antakya’da sınıfta kalıyoruz…
Yapılan yardımı, patlayan flaşlara kurban ediyoruz…
Bir elin verdiğini diğer ele İFŞA ediyoruz…
Ve bir türlü akıllanmıyoruz…
Evet…
Devam etsin o kelimeler…
-
Dünyanın durumunu da değerlendiren Karaca şu yorumlarda bulunuyor:
“Birleşmiş milletler 2004 Kalkınma Raporu’na göre, Afrika’da 323 milyon insan günde 1 dolardan az bir gelirle geçimini sağlıyor… Temiz su kaynağından mahrum 273 milyon kişi bulunmakta... İlkokul çağında okula gidemeyen 44 milyon çocuk var… Yetersiz beslenmeden kaynaklanan ölüm riski altında yaşayan Afrikalıların sayısı 185 milyon… Her yıl beş yaşının altında ortalama beş milyon çocuk ölüyor... Zengin ülkeler, yıllık gelirlerinden yüzde 0,7’sini kurtarma amaçlı projelere yönlendirseler, bu sorunların hepsi ortadan kalkabilir.
“Benim de vardı 40 tane kravatım... O zaman 30 yaşındaydım... Ben de tükettim, ama bilerek yapmadım bunu...” diyen Karaca, “Artık farkına vardım bunun... Ne zamandır alışveriş yapmadığımı hatırlamıyorum… Kendime sadece kitap alıyorum... Nedir benim ihtiyacım? Doymam, sağlığım, barınmam, kuşanmam… Bunun dışında hiçbir şey tüketmeye hakkım yok... Gömleklerim var, yakası çevrilmiştir! Ayakkabılarıma bakarsanız, altı yamalıdır... Dokuz senedir bu pantolonu giyerim… Paltom yırtıktır… Param var, ama tüketmeye hakkım yok! Bunu herkes yapabilir… ‘Bir’ çok güçlüdür… Atatürk bir kişiydi... Her şey o ‘bir’ ile başlar… Bir yoksa, iki olmaz... Ben de yakınlarıma örnek olmaya çalışıyorum…” diyor.
-
Peki, tüm bu okuduklarınızın ardından, SİZ…
Siz ne söylersiniz ?
Yok, bu defa bir şeyler söyleyin…
Bu defa söyleyeceklerinizi ertelemeyin…