Onurlandırmak lazım Yaşamı, yaşadıklarımızı
Sık sık konuşuyoruz, gerçeğimizi ve sosyal medya hallerimizi ! İkinci bir kimlik yaratma telaşımızın, ilkinden duyduğumuz mutsuzluktan kaynaklandığını en çok da !
Peki, niye mutsuzuz ?
Kendimizi niye sevmiyoruz ?
Hayatımızı niye hep yetersiz buluyoruz ?
Hikayemize kattığımız onca yalan niye sahi ?
Niye hep daha mutlu ve güzel görünme telaşındayız ?
İnsanların bizi beğenmesi bu kadar mı önemli ?
Olmamalı !
Aslında bu da bir tür travma !
Topluma verilen mesajlarla oluşturulan bir travma !
Bizleri yönetenlerin; yüzbinlerce liralık çantalarla, saatlerle, oda oda yükseltilen saraylarla, lüks arabalarla çerçeveledikleri yeni yaşam formunun altında kalan hayatlarımızı, o yıkıntıların altından çekip alma çabasına iliştirilen bir travma !
BENİM NEYİM EKSİK dedirten bir travma !
Hep eksik hissettiren bir travma !
Sanırım,
…fakirliğinden de nefret ettiren bir travma !
Bugün, bundayız !
O travmanın tam ortasında !
Kaybolmuşluğun yorgunluğunda !
Ama sonuna da umut katanda…
Gelsin mi hikayemiz ?
Gelsin ve biraz gülümseyelim :)
-
Üzmüşler çocuğu, diğer çocuklar…
“Senin baban çöpçü, sen de pis kokuyorsun” demişler !
Vicdan duygusu tam gelişmemiştir, okul öncesi çocuklarında... Zaman zaman böyle acımasız olabilirler… Sonuçta hepsi çocuk işte ! Kırmışlar yavrucağın kalbini… Çocukların güzel yanıdır, gönülleri kırılsa da çok, hemen toparlanmaya meyillidirler... Yetişkinlere benzemez, kin gütmezler…
Konuştum babayla, çok üzüldü, çocuğunun üzülmesine… Dağ gibi adam, gözyaşlarını ilk kez ayırdı gözlerinden belki de… “Üzülmek yetmez” dedim, “Bir planım var, dahil olur musun?” Kabul etti, seve seve…
“Pis ülke” oyunu oynattım çocuklara bir gün ! Türetilmiş (uydurma) bir oyun ! Ne bulduysak attık yerlere… Bu arada, “kötü koku spreyi” sıktık sınıfa, çocuklar görmeden tabi... Birazdan, sınıf dayanılmaz bir kokuya karıştı... Dedim, “Niye böyle oldu?” Dediler, “Öğretmenim, çöplerden, pislikten!” Ben de, “Durun” dedim, “Bakın kapıya, biri gelecek, kurtaracak bizi bu pislikten, kokudan...” Büyüleniyorlar sanki ! Bak bak bitiremiyorlar ! 1.90 boy, heybetli mi heybetli çöpçümüz…
Başlıyor hemen temizliğe, ben de pencereleri açıyorum hemen… Temiz hava nüfuz edince, etkisini kaybediyor kötü koku spreyi… Yardımcı öğretmenimiz de yasemin kokulu oda spreyini sıkıyor birkaç fıs… Çocukların gözü bizi görmüyor zaten, ama içlerine doluyor mis gibi çiçek kokusu… Sonra yarım ay düzeninde oturuyoruz çöpçünün karşısına... Konuşuyor, prova ettiğimiz gibi…
“Çöpçüyüm ben” diyor, “Siz sabahları uyurken daha ya da gece yarısı, mahallenizin çöplerini topluyorum… Arkadaşlarım da var, onlar da topluyor… Çöpler toplanmasa sokaklardan, her yer bugün sınıfınızın koktuğu gibi kokar… Çöpçülük zordur, çocuklar… Çok zor iştir…” Anlatıyor, uzatmadan… Kısa, öz, keskin... Anlattıkça daha da büyüyor adam… Nasıl dinliyorlar, anlatamam ! Gözlerini hiç ayırmadan ! Hele oğlu... Gurur duyuyor babasıyla ve her sözünde hayran oluyor ona... O bakışa ömür verilir, inanın bana…
Sonra fotoğraf çektiriyoruz hepimiz, kahramanımızla… Alkışlarla ve aşkla uğurluyoruz çöpçümüzü... Bir baba, bir oğul... Tedavi edilmiş iki yürek…
İşimiz bu... Yüreğe dokunmak... Hanımlar, beyler ! Bir çocuğun, alın teriyle para kazanan babasının mesleğinden utanmasına dayanamam… Dayanırsam, öğretmen olamam…
Ertesi sabah, soruyor birkaç veli, “Bizim çocuk akşamdan beri ‘büyüyünce çöpçü olacağım’ diyor. Siz, ne öğretiyorsunuz bu çocuklara Allah aşkına?”
Gülümseyerek cevap veriyorum:
“İnsan olmayı öğretiyoruz…”
-
Haklısınız, unuttuk !
Hatırlasak mı ?