Oltanın ucunda mısınız Oltayı tutan mısınız
‘Vicdan denen şey seni rahatsız ettiği sürece kalbin atar’ demiş bir tanesi…
O an, Franz Kafka’nın dediği gibi olmalı… Hani, “Kalbim, bir olta iğnesinin ucunda asılıymış gibi oluyor… Küçük, incecik bir iğnenin ucunda ve bu yüzden de çok ince korkunç keskin bir acıyla yırtılıyor sürekli” dediği o an gibi…
Olmuyor mu sizde de ?
O oltanın ucunda sallanmıyor mu ?
Sallandıkça da acıtmıyor mu ?
HAYIR mı ?
O zaman ne ?
Sizdeki ne ?
Tam olarak ne ?
Acı yoksa eğer, o kalp ne ?
Yok !
Değilmiş !
O kalp değilmiş !
O kalp KALP değilmiş !
Madem hiç acımamış, kanamamış…
Vicdan denen şeyi de olmamış…
Değilmiş…
O zaman hiç değilmiş…
O kalp KALP olmamış, ki zaten hiç değilmiş…
Peki, NİYE öyle olmuş ?
Sahi, bir kalp nasıl bu hale gelmiş ?
Nasıl olup da diğerlerinden uzak düşmüş ?
Cevap mı ?
Hep var… !
İllaki bir tane var…
Sevseniz de sevmeseniz de var…
Ali Lidar desin mi o hallerin cevabına dair ? Aslında nasıl olup da diğerlerinden bu kadar uzak düştüğümüze dair desin… Derken de, kiminin cevabı olsun, kimine yakın düşsün… Belki de çok uzak ! Ama düşsün ! Düştüğü yere koşarız nasılsa… Koşar buluruz ! Belki bir kalp buluruz… Belki bir vicdan… Ve yeniden oluruz… Kalbi bir olta iğnesinin ucunda asılı duranlar kadar oluruz…
Ama önce Ali Lidar…
“Yirmi yıl önce, dünyayı değiştirebileceğimi zannederdim… On yıl önce dünyanın buna değmeyeceğine, çevremi ve kendimi değiştirmemin yeterli olacağına inandım… Bir kaç yıl önce de iyice hedef küçültüp, sadece kendimi değiştirebilmek için harcamaya başladım bütün enerjimi.. Şimdi ise çoraplarımı değiştirmeye bile üşeniyorum… B-k yesin ‘her şey değişir’ diyen filozof… Ne dünya, ne insanlar, ne çekilen acılar değişiyor… Sadece rüya görüyor ve umutsuzca uyanacağımız anı bekliyoruz… Bir meyhane sandalyesi ya da onkoloji kliniği ya da rahat ev yatağı, ne fark eder ? O kadar uzak ki aslında herkes herkese ! Yan yana olsak bile dokunamıyoruz birbirimize…”
Hatta bir başkası bakın ne demiş…
Eskiden pencereden sokağa bakardım… Sokağa bakan başka komşular olurdu. Laflardık, vakit geçerdi… Şimdi kimse sokağa bakmıyor… Herkes içerde televizyona bakıyor ! Ben şimdi tek başıma nereye bakacağım ?
Belki de budur…
Kalplerin son hali budur…
Sebep de cevapsızlık da bundandır…
Ya da BUDUR deyip kolayına kaçma fırsatıdır…
Hayatın kolayına kaçan bizler için bunu yapmak da çok şaşırtıcı olmayacaktır, ne dersiniz ? Peki, kolaycılığımıza neden olan şey cevapsızlıklarımız mı sahi ? Sorularımızın kalabalığında boğulma hali mi ? Kimsenin kimseye tek kelime borç vermeyişinden mi ?
Oysaki o kadar biriktik ki…
Paylaşacak o kadar şeyimiz oldu ki…
Buradaki kelime kalabalığım da bundan…
Sizle her gün bunca şey paylaşmam bundan…
Meral Meri desin bundan sonrasını…
Biraz da benim için desin…
-Bunca yaşamsal ve değerli ve mücadeleci canlılıklar varken…
-Sanki onlar yokmuşlar gibi, sırtımı öylece hiç dönüp gidemezdim…
-Ve yabancı ve tepeden bakıp da öylece boş ölemezdim…
Haksız mı ?
Madem haklı…
Oltanın ucunda sallanmaya var mısınız ?