Nazi Almanya’sı… Ve Aptallığın Teorisi !
Nazi karşıtı ilahiyat doktoru Dietrich Bonhoeffer'ın çok sık paylaşılan bir yazısı var, “Aptallığın Teorisi” başlığında… Nazi Almanya’sını anlatıyor… Öfkelerin birbirini kurban ettiği, masum insanların kamplara kapatıldığı, belki de yaşanabilecek en karanlık dönemlerden birinin hayatların üzerine çöktüğü zamanları anlatıyor…
Aslında o da bir kurban !
Nisan 1943’te, Gestapo tarafından tutuklanıyor… Bir buçuk yıl Tegel Hapishanesi’nde, ardından da transfer edildiği Flossenbürg toplama kampında hapsediliyor…
Bugüne dair okuyacağımız yazı da bu mahkumiyet sürecinin bir finali adeta !
Bonhoeffer, hapishanedeyken, ülkesinin nasıl bir korkak, dolandırıcı ve suçlu topluluğuna dönüştüğünü düşünmeye başlıyor ve sonunda, sorunun kökeninin kötülük değil, aptallık (ahmaklık) olduğu sonucuna varıyor !
Nasıl mı ?
Gelsin kelimeler…
-
Almanya, tarihinin en karanlık döneminden geçiyordu. Masum insanların dükkânları taşlanıyor, kadınlar ve çocuklar zalimce sokak ortasında aşağılanıyordu.
Genç bir teolog olan Dietrich Bonhoeffer, bu zalimliğe yüksek sesle itiraz etti ve bu sebeple hapse atıldı. Hapisteyken, bu konu üzerine uzun uzun düşündü. Sayısız filozof, şair, fikir adamı ve bilim adamı çıkaran bu kültür, nasıl olup da organize kötülüğün, zalimliğin, korkaklığın, cehaletin ve suçun merkezi haline gelmişti? Bonhoeffer, “Sorunun kökeninde kötülük değil, aptallık yatıyor” dedi. Hapisteyken yazdığı mektuplarda, aptallığın yarattığı kötülüğün diğer tüm kötülüklerden daha tehlikeli olduğunu fark etti.
Kötülüğü protesto edebilirdiniz, karşı argümanlarla, kötülükle mücadele etmeniz mümkündü. Oysa organize olmuş ahmaklar sürüsüne karşı yapabileceğiniz hiçbir şey yoktu. Ne protestolar ne zorlama onlara etki ediyordu. Mantıklı gerekçeler sunduğunuzda önce reddederler, reddedemeyecek hale geldiklerinde ise önemsizleştirirler. Aptal insanlar, hallerinden memnundur. Fakat saldırıya da hazır haldedirler. Saldırıya geçtiklerinde de kötü insanlardan çok daha tehlikelidirler.
Bonhoeffer, aptallıkla mücadele edebilmek için önce onun doğasını anlamaya çalıştı!
Aptallık, bir zekâ problemi değildi, ahlaki bir problemdi!
Entelektüel birikimi olduğu halde, aptal olan insanlar vardı. İlk etapta, aptallığın doğuştan gelen bir maraz olduğu düşünülür! Fakat bu da yanlıştı. İnsanlar, belli şartlar altında aptallaşıyorlardı! Daha doğrusu, başkalarının kendilerini aptallaştırmasına müsaade ediyorlardı!
Aslında, yalnız insanlarda bu maraz daha az görülüyordu. Buradan yola çıkarak, aptallığın psikolojik değil, sosyolojik bir problem olduğu sonucuna vardı.
Güçlerin birisinde toplanması arzusuna, politik ve dini hareketlerde çok rastlanır… Aptallık hastalığının bulaştığı yerler, böylesi gruplardı. Ahmaklar ve diktatörler arasında muazzam bir korelasyon vardı. İkisi de birbirine ihtiyaç duyuyordu.
İnsanların, ahlaki ve entelektüel birikimleri bir anda yok olmuyordu. Diktatör, gücünü artırdıkça, aptallar o gücün büyüsüne kapılıyor ve bağımsız düşünme yetisini ele geçiriyordu. Otonom biçimde hareket ediyorlardı. Gözüne sokulan gerçekleri, inatçı bicimde reddediyorlardı.
Onlarla konuştuğunuzda, bir insanla değil, sloganlarla konuşan bir robotla konuştuğunuz hissiyatına kapılıyordunuz. Büyülenmiş gibiydiler. Kötülük yaptıklarının farkında değillerdi. Ne yaptıklarının farkında bile değillerdi. Kullanıldıklarını ve kötülük yaptıklarını onlara anlatarak bir yere varamıyordunuz. Onları bu katatonik uykudan çıkarmanın tek yolu, bağımsız-özgür olmalarını sağlamaktı.
9 Nisan 1945 günü, sabaha karşı, Bonhoeffer’i bir toplama kampının darağacına asarak öldürdüler. Ölümünden iki hafta sonra, o kamp, ABD askerleri tarafından ele geçirilerek lağvedildi.
“Yaptığımız her şeyden sorumluyuz”, diyordu yazılarında...
-
Denilendeyim !
Bonhoeffer’in yazısı, bazı insanlar çok fazla güç kazandığında, özgür bir topluma neler olabileceği konusunda düşündürücü uyarılar içeriyor !
O yüzden,
…yaptığı her şeyden sorumlu olanlar olarak, düşünün !
Aptallığın üstesinden gelmenin tek gerçek yolunun, insanların özgür olmalarını sağlamak olduğu noktasında en çok da !