Mustafa Kemalin Askerleriyiz
Ara ara maçlarda…
Okul mezuniyetlerinde…
Hatta konser finallerinde…
Söylerken, gözlerimiz doluyor… Söylerken, UYANIYORUZ… Söylerken, unuttuklarımızı HATIRLIYORUZ… Söylerken, bizlere unutturulmak istenenlerin KAYIP hallerinde ne olmuşuz, ona şahitlik ediyoruz… Söylerken, din-devlet karmaşasında birbirine giren hallerimizin laiklik ilkesinden koparılışını izliyoruz… Söylerken, dini cemaatlere teslim çocukların ve gençlerin çığlığında irkiliyoruz… Söylerken, giderek daha da azalan özgürlüklerimizi fark ediyoruz… Söylerken, bu ülkenin kurucusu ve lideri Mustafa Kemal Atatürk’le ne alıp veremediği belli olmayanların savaş tamtamlarını dinliyoruz…
Peki, ne mi söylüyoruz ?
İzmir’in dağlarında çiçekler açar
Altın güneş orda sırmalar saçar
Bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçar
Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa
Adın yazılacak mücevher taşa
İzmir’in dağlarında oturdum kaldım
Şehit olanları deftere yazdım
Öksüz yavruları bağrıma bastım
Kader böyle imiş ey garip ana
Kanım feda olsun güzel vatana
Geçenlerde, İzmir’in Konak ilçesinde bulunan İzmir Atatürk Lisesi’nin mezuniyet töreni esnasında öğrencilerin “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” demesine, ardından da İzmir Marşı söylemesine sinirlenen Okul Müdürü, ‘Bu okulun bahçesinde sadece Atatürk Lisesi Marşı söylenir, başka bir SLOGAN atılmaz” demiş, ki ne zamandır Ata’ya olan bağlılık YASAKLI, hatta SAKINCALI bir slogan oldu, onu merak ediyor insan… Sahi, bir insan niye rahatsız olur bir marştan ? Hele ki İzmir Marşı’ndan ! Atatürk’ü anlatan bir marştan ! Anadolu’nun kurtuluş destanından ! Ama buradan kocaman tebrik edelim oradaki gençleri, SUSMADIKLARI için, KORKMADIKLARI için, Atalarına ve Cumhuriyet’e olan bağlılıkları için…
Korkuya dair bir hikayem var, herkese gelsin !
*
Profesör elinde bir fare ve kutu ile salona girdi. Öğrencilerin şaşkın bakışları arasında fareyi kutunun içine koydu ve kutuyu kapattı. Kutunun hava almadığı açıktı. Salona dönerek: “Bu kutuya iki gün kimse dokunmayacak dokunan bu dersi geçemez!” dedi ve salondan çıkıp gitti.
Salondaki öğrenciler olaya bir anlam verememişlerdi. Kimisi kutunun içindeki fareyi çıkarmayı düşündü ama cesaret edemedi.
İki gün boyunca ders görülen sınıfta kutu öylece kaldı. Ne olacağını merak ederek iki gün geçirdiler. İki gün sonunda, tekrar dersi olan profesör salona girdi ve kutuya yaklaşarak açtı. Tabi ki, kutunun içindeki fare artık yaşamıyordu. Öğrencilerden birçoğu üzülmüştü. Profesör sınıfa dönerek farenin neden ölmüş olabileceğini sordu. Sınıftan birçok farklı ses ve fikir yükseldi;
─ Havasızlıktan…
─ Açlıktan…
─ Susuzluktan…
Her öğrenci olabilecek ihtimalleri saymıştı. Profesör kutuyu havaya kaldırıp içini öğrencilere gösterdi. Kutunun her tarafı kemirilmiş vaziyette ve minik deliklerle kaplıydı. Ardından devam etti;
─ Görüyorsunuz değil mi? Fare anlaşılan bu kutudan çıkmak için epey mücadele etmiş. Bunu kutunun içindeki minik diş izlerinden ve irili ufaklı deliklerden anlıyoruz.
Ancak şu var ki fareyi sizin dediğiniz gibi ne havasızlık nede açlık öldürdü. Farenin ölümüne neden olan iki şey var; KARARSIZLIK ve KORKU…
KARARSIZLIK; Çünkü fare kutunun her yerini parçalayıp, her noktayı ayrı ayrı kemireceğine sadece tek bir köşesini ısırıp parçalasaydı ve bunda da kararlı olsaydı o deliği büyütecek ve kutudan çıkıp kurtulacaktı.
KORKU; Çünkü eğer siz öğrenciler benden ve notlarının düşmesinden böylesine çok korkmasaydınız, kutuyu açıp fareyi serbest bırakabilirdiniz. Ancak korkudan dolayı size yanlış gelen bir işe göz yumdunuz.
Hayatta bizi başarıya götüren yolda karşılaşacağımız en azılı düşmanlardır, KARARSIZLIK ve KORKU. Kararsızlıkla zaman tüketmeyin! Kafanıza tek bir şey koyun ve o yolda ilerleyin. Ve bu yolda size yanlış gelen şeylere göz yummayın. Göze batmaktan, ses çıkarmaktan KORKMAYIN…
*
Evet…
Hikâyemiz net, bizleri korkutanlar da…
Peki, korkacak mıyız, yoksa ayağa kalkıp BURADAYIM diyecek miyiz ?