Memekli Köprüden Trajana Sınıfta kalan bir Roma hikayesi
Antakya’nın Ulus Meydanı’nı YEŞİL dolu dallarıyla süsleyen iki devasa ağacı ÇÜRÜK (!) diye iş makineleri eliyle parçalayarak sökenlerin memleketinde bir şeylerin mücadelesini vermek zor… Hele ki o zorluğu; yaşananları izleyen, yaşananları gören, yaşananları bilen, ama bilmemekte, duymamakta, görmemekte ISRAR edenlerin kalabalığında yaşıyorsanız…
Bakarken gördüklerimiz farklı, belki ondan !
William Blake demiş ya…
-
Kimilerini gözyaşlarına boğan ağaç,
kimileri için yalnızca yolu tıkayan yeşil bir engeldir…
İnsanın kendi neyse, gördüğü de odur…
-
Bugüne dair konumuz bir başka YOK OLUŞ hikayesi…
Yine bu kentten, Antakya’dan, başka bir hikaye…
Evet…
TABELALAR’dan konuşalım bugün !
Yönünü kaybetmiş bir kentin TABELALARI’ndan !
Sık sık değiştirdiklerimizden…
Hata üstüne hata eklediklerimizden…
YAPTIK-OLDU (!) dediklerimizden…
Ama bir türlü OLDURAMADIKLARIMIZDAN…
Bir haber yapmıştık, hatırladınız mı? Antakya’nın içinde, dağ eteklerinde, Roma döneminden kalma bir su kemeri için hani… Harbiye’den şehrin içlerine kadar uzanan kilometrelerce uzunluğundaki görkemli bir yapı için hani… Geriye kalanının içler acısı halini BİLİN, görün, DUYUN diye ha bire altını çizdiğimiz hani…
Hatırladınız mı?
Ona dair bir YÖN TABELASI yapmıştık geçenlerde… Roma İmparatoru Marcus Ulpius Nerva Traianus tarafından yapılan ve ismiyle anılan bir su kemerine ‘halk arasında’ takılan bir ismi TABELA yapmıştık ya hani… Sonrasında biz yazdık, birileri eleştirdi, diğerleri uyardı ve finalde de Sezar’ın hakkını Sezar’a iade ettik hani… Tabeladaki MEMEKLİ KÖPRÜ ifadesini TRAJAN SU KEMERİ ile değiştirdik hatta…
Ama gene EKSİK yaptık !
Merak ettiğim bir şey var, bu kente dair…
Bu kenti yönetenlere (!) dair…
Bir şeyi YAPMAK için YAPMANIN ötesine çıksak mı biraz ?
Mesela, madem DOĞRU’yu bulduk, eksiği de bulalım mı ? Bunun için de, YAPTIK ama OLMADI dediğimiz şeye şöyle yakından bir bakalım ! Ama bunun için de hikayemize ufak bir örnekle başlayalım… Hatta kısa bir oyunla… Ve bu oyunun kahramanı bir turist olsun… Bu kente dünyanın bir ucundan ilk kez gelsin… Etrafına bakınsın… Gideceği yere dair bir tabela arasın… O tabelalar üzerinde okuyabileceği türden bir şeyler bulsun…
Türkçe de, İngilizce de…
Şu an tam olarak, Antakya’nın KIŞLA denen yerinde duruyor… Kavşakta duran tabelalara bakıyor… Üzerinde, 3 tane turizm yön tabelası var… Biri Ulu Camii için, diğeri Saint Pierre Kilisesi için ve sonuncusu da Hatay Arkeoloji Müzesi için… Peki, SU KEMERİ? O yok… Beni, kentin bu noktasından alıp dağın eteklerindeki adrese taşıyacak hiçbir şey yok! Şaşkınım… Biraz da üzgün… Geri dönüyorum…
Aslında oyunumuza dahil turist biraz yürüse, yukarıdaki tabelayı görecek görmesine de, orada da İNGİLİZCE sıkıntımız var ! Kendimizi kendimize anlatma çabasına öylesine saplanmış durumdayız ki, hikayelerimizi dinleyecek asıl kitleyi kaçırıyoruz bu yüzden… Ve İngilizce konusunda hep sınıfta kalıyoruz…
Hadi bu kısmı da geçtik ve adrese ulaştık diyelim… Gidip de gördüğümüz şeyin bir Roma İmparatoru emaneti olduğuna birilerini inandırmak öylesine zor ki ! Eldekinin yıpranmışlığı öylesine belli ki… Betona ve bugünün vurdumduymazlığına teslim haline ekli çığlıkları o kadar yüksek ki…
Kabul edelim mi ?
Bu işi beceremiyoruz !
DARABALARI İNDİRSEK Mİ ?