Lütfü Savaş mı İsmail Kimyeci mi Bu defaki ASFALT kime ait
Bu kente baktığımda mı ?
Ne mi görüyorum ?
Ne mi duyuyorum ?
Çok şey…
Ama can sıkan çok şey…
Acıtan çok şey…
Bir Yazar’ın dediği gibi…
*
Bir mola ver be hayat…
Telaşından, eziyetinden ve acından
yoruldum…
*
Ara ara bu kente kulağını dayayanlar NE duyuyor, merak ediyorum ! İçinde yaşadıkları bu kentin içinde attıkları her adıma ekli görüntülerin içinde kaybolurken NEYE şahitlik ediyor, bunu da…
Ama en çok da…
Bunca şey DUYAN ve bunca şey GÖREN biri NEDEN yaşananları sadece DUYAR ve sadece GÖRÜR, bunun merakı içindeyim ! Kalbi acımaz mı ? Vicdanı rahatsız olmaz mı ? Parmaklarının arasından kayıp düşen bir şehrin hikayesini bir daha toparlama şansı olmayacak, bunu bilmez mi ?
O zaman başlayalım mı ?
Bir başka ASFALT hikayesine !
Yerel idarelerimizin son hizmetine !
Evet…
Antakya Ulus Meydanı’ndan Uzun Çarşı’ya ilerleyen dar bir yoldayız… Ulu Cami’nin yanından ilerliyoruz… İlerlediğimiz yolun üzerinde sağa sapan dar bir sokak var… Bir ara yol… Hemen başında durduk ! Asfaltı yeni dökmüşüz, belli ! Asfaltı döktüğümüz yerde Antakya evleri var… Ne kadar düne indiğini bilmediğimiz evler… Bir de devasa kesme taşlardan bir bina… Dünün yorgunluğundaki emanetlere ekli asfaltın ZİFT şıklığını (!) sevmiş olmalıyız ! Bu kentin tarihi ve kültürel kimliği ile ZİFT birlikteliğinden memnun kalmış olmalıyız hatta ! Hele ki bir benzerini tarihi Kurtuluş Caddesi’ne bakan bir başka tescilli evler sokağında yapmışken !
‘SIRADA NE VAR’ diye sormaktan korkuyorum desem…
Peki, ciddi ciddi zamanı gelmedi mi artık ?
Eldeki ZİFT hikayesi için konuşmayacak mıyız ?
Diğerlerini, kalanları kurtarmaya çalışmayacak mıyız ?
Yine mi sessiziz ?
Bir Hint masalı anlatayım mı size ?
KEDİ korkusundan, endişe içinde yaşayan bir FARE vardır… Büyücünün biri fareye acır ve onu bir kediye dönüştürür... Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde, bu kez de köpekten korkmaya başlar... Büyücü, bu kez onu bir kaplana dönüştürür… Kaplan olan fare, sevineceği yerde, bu defa da avcıdan korkmaya baslar… Büyücü bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkan yok, onu eski haline döndürür…
Ve der ki,
“Sen, cesaretsiz ve korkak birisin... Sende sadece bir farenin yüreği var... O yüzden ben sana yardım edemem..."
Ünlü Yazar Shakespeare mi ?
Bakın o bu konuda şöyle diyor:
"İnsanların çoğu, kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyor… Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için... Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için... Yaslanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için... Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için... Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için...”
Olan bitene SESSİZ kalmamız da bundan mı ?
Bize bahşedilen tüm hikayemiz bu mu ?
Korkaklığımız mı ?
Ötesi yok mu ?