Küsmüş bir kenti Oyuna dahil etmek
-
İçimden,
Çocuk'ça bir duruş'la,
‘Büyüklere küsüm’ demek geçti…
-
demiş ya Cahit Zarifoğlu…
KADİM denen, ama ESKİ diye de eklenen bu kent geliyor akla, son yapılanlar geliyor… Yarasını pansuman eden restorasyonlar, taş ve ahşabın hikâyesini yamayanlar geliyor… Düne ait ona ne varsa, sahip çıkanların mücadelesi geliyor… Bir işhanı etrafında toplanıp da, BETONA TESLİM OLMASIN diye verilen savaşın insan mücadelesi geliyor…
Kazanılanlar geliyor ama…
Kaybedilen de çok, bu da unutulmuyor…
Bize KÜS bir kent, Antakya…
Ara ara ayağa kalkışlar yetmiyor !
Ayrı çekilen halayların coşkusu yetmiyor !
Mikro mucizelerle yapılan dokunuşlar yetmiyor !
Bu kenti, ESKİ ROMA KENTİ deneni, oyuna dahil etmek için fazlası gerekiyor…
Belki de, bu kenti yönetenlerin, nasıl bir coğrafyada hüküm sürdüklerini bilmesi gerekiyor…
Ara ara fısıldayışı da bundan…
Stefan Zweig’in kelimeleri gibi…
-
Sen, beni asla, asla tanımayan, bir su birikintisinin yanından geçercesine yanımdan geçip giden, bir taşa basarcasına üstüme basan, hep, ama hep yoluna devam eden ve beni sonsuz bir bekleyiş içerisinde bırakan sen, kimsin ki benim için?
-
Bize KÜS bir kentin deyişi olmalı bu !
Onu savaş alnına çeviren bize tavrı olmalı !
Hasan Ali Toptaş güzel demiş, bu halimize dair…
-
Yani, insan bir savaş alanıydı... Ceket, gömlek, pantolon ya da etek giymiş, kravat takmış, tıraş olmuş, kokular sürmüş bir savaş alanı... Gülümseyen bir savaş alanı... Öpen, hatta okşayan, konuşan, susan, çiçekler alıp çiçekler veren bir savaş alanı… Peki, bir barış bahçesi olamaz mıydı aynı insan ? Şöyle, güllerin kuş cıvıltılarına, kuş cıvıltılarının güllere karıştığı, mutlu yüzlerle dolu rengârenk bir barış bahçesi !
-
Bu kent…
Belki de budur…
Kendimize dair savaşımızdandır…
İçimizde yaratamadığımız barış halinin yıkıntılar içindeki yansımasıdır…
Ama madem pansumana başladık, Antakya kent merkezinde, Adalı Konağı ve eski Meclis Binası ile… Hatta yeni açılan Şehir Müzesi’yle… Ardından da kent meydanı umudunu ektiğimiz eski İşhanı alanımızla…
Bir şey daha olsun bu tabloda…
EXPO sloganlarımız çiçek açsın...
Günlerdir, Ankara’daki protokolü ve yabancı misyon şeflerini EXPO için davet eden kent yönetimini izliyorum ama… Bu kent insanı, hala o davette NE VAR, bilmiyor, farkında mıyız ? Bu kent hala EXPO ruhunu solumuyor, izliyor muyuz ?
En azından…
Ulus Meydanı’nın köprüye bakan kısmındaki peyzajı EXPO’da neler yapabileceğimizin bir karşılığı ile donatsak mı ? ONCA PARA söyleminde takılı kalanlara nasıl bir düş yaratacağımızı göstersek mi ? Hazırlanacak alanların nasıl bir tablo yaratacağının en görkemlisinin şahitliğinde dursak mı ?
Düşünün !