Konu DİLAN POLAT Değil ! Konu, Balığın Ankara’sı !
Asıl konumuzun, bizi fazlasıyla (!) SOSYALLEŞTİREN (!) sanal dünya olduğunu sananlar yanılıyor ! Çünkü Türkiye’de yaşanan hemen her sorunun garip bir şekilde politik bir zeminde ilerlediğine şahitlik eden biz gazeteciler, BALIĞIN BAŞTAN KOKTUĞU hikayenin o baş tarafında durmanın önemli olduğunu hep bildik !
Niye mi ?
Değeri yüzbinleri aşan çantaların POLİTİZE edilmiş İslam’ın Ankara’sında kadınların kollarına takıldığı, ülkeyi yöneten DİNİ BÜTÜN kişiliklerin kendilerine yakıştıramadıkları Çankaya Köşkü’ne tur bindirecek kadar büyük yapılara yerleşme aşkının yazlıklara ve kışlıklara kadar uzandığı, Cuma namazlarına bile onlarca araba ve yüzlerce koruma eşliğinde gidildiği, İTİBARDAN TASARRUF OLMAZ hikâyesinden asla ödün verilmediği, HEDİYE diye nitelendirilen 750 bin TL’lik saatlerin siyaseten normalleştirildiği, ha bire ÖTEKİ DÜNYA mesajı veren cemaati yapıların bile o lüksten vazgeçmeyen gösterişli yaşamları izleyen herkes,
…NEDEN BEN DEĞİL sorusunu soruyor kendisine !
Sahi, NEDEN BEN DEĞİL !
Tamam da, BENİM NEYİM EKSİK ?
Bundan birkaç sene öncesine kadar oldukça sade bir hayatın içinden çıkan Dilan Polat ve Engin Polat’ın, bugün, altın kaplama ekmek kızartma makinesinden altın tozu ile tatlandırılmış kahve içimlerine kadar yaşadıkları hayatın sınırsız lüks algısını o yüzden çok abartmadan, eldeki o bildik hikâyeye, BALIĞIN BAŞTAN KOKTUĞU Ankara denklemine bağlıyorum… Kocasının kendisine özet jet almasını bağıra bağıra sosyal medyasından veren ve kısa sürede gerçekleşen zenginliğinin dikkat çekmesinden dahi korkmayan bu ikilinin, kendilerine benzer örneklerin Ankara’da adeta cirit attığını bile bile bunu yaptıklarını da çok iyi biliyorum…
Aslında konu tam olarak da bu !!!
Çok kısa bir süre içinde zenginleşenler !!!
O kısacık süre içinde kendi mucizelerini (!) yaratanlar !!!
Bir zamanlar söylenen BENİM MEMURUM İŞİNİ BİLİR tespitinin İŞİNİ BİLENLER ülkesi haline gelmesini izlerken ortaya çıkan bu tablodan şikayet mi ediyoruz ? O zaman, konunun Dilan & Engin Polat olmadığını, ama onların sadece bu oluşan tablonun görünen kısmında durduklarını kendimize bir itiraf edelim, ki asıl hikayenin de BUZDAĞININ GÖRÜNEN KISMI olduğunu da unutmayalım !
Şöyle anlatayım…
Bir ülke düşünün,
…emeklisi çaresiz !
…işçisi perişan !
…üniversitelisi umutsuz !
…depremzedesi kadersiz !
…kadınları nefessiz !
…demokrasisi kör topal !
…kaynayan tek tenceresi ise etsiz !
Ama,
…onları yönetenler refah içinde, İTİBARDAN tasarruf etmeden yaşıyor ! 7500 TL’lik emekli maaşına zam alamayan milyonları halkın (!) meclisi (!) içinden yöneten ve her KENDİNE ZAM zamanı beraberce EL kaldıran Milletvekilleri ise karınlarını, devletin onlara sunduğu olanakların 550 çeşit içeren menüsünden doyuruyor ! Dinen onları yöneten, cemaatlerin ve tarikatların temsilcileri mi? FAKİRİN zenginden 500 sene önce cennete gireceğini söylüyor, ki bunu söylerken de madde dünyanın en şaşalı hali içinde yaşamaktan geri kalmıyor, cennete fakir girmenin hesabı içine girmeye gerek bir görmüyor !
Yine de insan merak ediyor, o zenginliği, bu ülkenin yoksul insanlarının gözünün içine soka soka yaşama sebeplerini !
Dedim ya,
…buradaki ana başlık Dilan Polat ve Engin Polat değil sadece, ama aynı şeyi Ankara’dakilerin de yapıyor olması !
Sahi, KONULARI NE ya da sürekli BEN demelerindeki AÇLIK ne ?
Yaşadıkları ülkenin gerçeklerinden bu denli kopmalarındaki sebep ne ?
Altın kaplama ekmek kızartma makinesi kullanan da, kahvesine altın tozu döken de, koluna yüzbinlerce liralık çanta takan da, 750 bin TL’lik hediye bir saati normalleştirecek kadar rahat olan da, Cami’de kılacağı namazı adeta bir gövde gösterine dönüştüren de, halkı tek tencereyi kaynatırken bile zorlanırken kendisi 550 çeşitten oluşan menüden karnını doyuran da
KONUŞSUN !
Balığın baştan koktuğu bu hikayede, HERKES, eteğindeki taşı döksün !