Kaldığı yerden devam mı Bulduğumuz yerden devam mı
Geçen gün, yaşanmış bir trajedinin çok da fark edilmeyen hikâyesinden kısa bir not okudum, ki o an -BİZ- aklıma geldi… Hayatlarımıza dair sürekli HER ŞEY ÇOK GÜZEL OLACAK diyen bizler… Hikâyelerimizin sonunda bizleri iyi, güzel, mutlu bir şeylerin beklediğine dair umudumuz o kadar güçlü ki, sanırım birçoğumuzu ayakta ve hayatta tutan şey bu olmalı, diye düşündüm…
Bazen hiçbir şey yapmadan bekleyişimiz de bundan mı ?
Bugünün hikâyesi buna dair…
Kurtulacaklarına inananlara dair…
Hayat ve ölüm arasında sıkışanlara dair…
Ama yine de hiçbir şey yapmadan bekleyenlere dair…
Okumaya başlayalım mı ?
Hadi…
-
1980 yılında, Almanya MayerWerft tersanesinde inşa edilen Estonya Feribotu battı, 852 yolcu öldü. 137 kişi bu kazadan kurtuldu. Kıyıya yakın bir mesafede su alması nedeniyle yatarak batan feribotun ardından, gemi mühendisleri, kurbanların aileleriyle görüşüp yolcuların geçmişlerini incelediler.
Ölenlerin %98’inin çok iyi yüzme bildiklerini belirleyen uzmanlar, son olarak kazadan kurtulanlarla görüştüler.
Ortaya çıkan sonuç şuydu:
Feribot, 28 Eylül gece 00.50’de sert dalgalar nedeniyle su almaya başladı. Feribota giren sular 50 cm yüksekliğe ulaştı ve feribot yan yatmaya başladı.
Su miktarının artmasıyla birlikte, tahliye işlemi başladı. Ancak 987 yolcudan sadece 137’si, su almaya başlar başlamaz feribotu terk etti. Geri kalan 852 yolcu ise gemi kaptanının “Panik yapmayın, dünyanın en güçlü feribotundasınız” sözlerine kanarak, su boşaltma işlemini izlediler.
Saatler ilerledikçe, feribot daha da yattı, ama 852 yolcu izlemeye devam etti.
Feribot, saatler 01.50’de tamamen sulara gömüldü. Feribotun su aldığını ve yan yatmaya başladığını görmelerine rağmen son saniyeye kadar izleyenler, psikoloji ders kitaplarında, “Estonya Feribotu Sendromu” olarak yer aldı.
Psikoloji bilimi, gemi kazasında ölen insanların davranış şekillerini hala mantıklı olarak açıklayamıyor.
-
Şimdi gelelim bize…
Bizim yan yatan hikâyemize…
Bizlerin de izlemeye devam edişimize…
Konumuz mu ?
Değişmiyor…
Bu kenti konuşalım biraz… En çok da son restorasyon çalışmasını… Belediye eliyle dar sokakların Antakya’sını yeniden ortaya çıkartma çabasını… Beton ve asfaltın ötesinde, taş yolları ortaya çıkaranı…
Merak etmiyor değilim…
Aslında meraktan çok, KORKU benimkisi !
Biz de olanı biteni izleyip, öylesine bekler miyiz, diye ! Çıkanı görmüşken, üzerini bir şekilde kapatır mıyız, diye ! Yoksa, filmin sonu MUTLU bitecek özgüveninde, her şeyi bir kez daha olacağına bırakır mıyız, diye !
Çünkü bu kente dair tüm kayıplarımızın hikâyesi hep böyle başladı…
Verilen sözler…
Sonunda unutulanlar…
Unutulanları asla sorgulamayanlar…
Kendinize şunu sorun istiyorum !
BU HİKAYEDE BENİM ROLÜM NE, diye !
BU HİKAYEDE ROL ALMAK İSTİYOR MUYUM, diye en çok da !
Ardından gene konuşalım…