Kadına KOTA isteyen Kadınlar DÜN 5 ARALIK DÜNYA
Geçen gün Hatay Barosu Kadın Komisyonu üyesi Avukatların ‘kadınların temsiliyeti’ noktasında yaptığı açıklamayı okurken, bir kelimede durdum…
‘KOTA’ diyen bir kelime…
Kimine göre bu, Kadın Kotası !
Kimine göre ise Cinsiyet Kotası !
5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü nedeniyle yapılmış açıklamanın şu cümlesiydi sanırım…
-
Çözüm, nüfusun yarısını oluşturan kadının, siyasette de eşit temsile sahip olması için önündeki engellerin kaldırılması, kadın KOTAsının uygulanması, siyasilerin kadın temsili konularında samimi olması ile mümkündür!
-
Çözüm derken… Kadın’a, işine geldiğinde ‘VARSIN’, işine gelmediğinde ‘YOKSUN’ diyen erkek egemen sistemde var olabilme şartı kastediliyor aslında !
Bir yerde okudum bir benzerini…
Şöyle diyor orada da…
-
Siyasette ‘cinsiyet KOTAsına’ ihtiyaç duyulmasının sebebi, toplumsal cinsiyet rolleri sebebi ile siyasete teşvik edilmemiş veya bu rollere dayalı kurumsallaşmış seçmen önyargısı ile karşılaşan kadınların, nüfusun önemli bir yüzdesini temsil etmelerine rağmen, parlamentolara bu oranın çok azını yansıtılabilmesidir…
-
Anlaşılan o ki, KOTA, cinsiyetler arası eşitsizliği düzeltici bir başka uygulamanın yokluğunda, eldeki tek reçete ! Ya da yaşananları daha kibarca dile getirmenin, telafi etmenin bir başka yolu ! Eldeki çıkmazın sokağında, kendince bir yön tabelası dikmek gibi ya da… Ama KOTA deyince de değişmiyor hiç bir şey ! Ne kadına şiddet, ne kadına ayrımcılık, ne kadın hakları, ne de… Sadece kelimelerle oynuyoruz ! Ve ardından onlara anlamlar yüklüyor, DAHA İYİYİZ diyoruz ! Ama değiliz ! Sadece, KOTA denenin arkasında birikiyoruz, ki aslında kadın gerçekliğini de KOTA denen o ‘demir parmaklıklı’ özgürlüğün (!) içine hapsediyoruz !
Sanırım, saklanıyoruz…
En çok da kendi gerçeğimizden…
Bir hikaye anlatılır, Eduardo Galeano’nun ‘Tersine Dünya Okulu’ adlı kitabında, bilir misiniz ? Orada da kelimelerle oynanır… Ardından da yaratılan gerçeğin sloganında asıl hikaye rafa kalkarken, diğeri anlatıla gelir ve bir zaman sonra, herkes yeni gerçeğindedir !
Hikaye mi ?
Hadi okuyalım !
-
Kapitalizm, sahne ismi olarak pazar ekonomisini kullanıyor… Emperyalizme, küreselleşme deniyor…
Emperyalizmin kurbanlarına, gelişmekte olan ülkeler deniyor… Oportunizm, pragmatizm oldu… İhanetin adı realizm… Yoksullara, yoksun, dar gelirli ya da kıt kaynaklı insanlar deniyor… Yoksul çocukların eğitim sistemi tarafından dışlanması, ‘eğitimi yarıda bırakma’ adı altında tanıtılıyor… Patronun, işçiyi ‘tazminatsız ve açıklamasız işine son verme hakkına’ emek piyasası esnekliği deniyor…
-
Bitmedi…
-
Resmi dil, kadın haklarını azınlık hakları arasında tanıyor, insanlığın yarısını oluşturan erkekler çoğunlukmuş gibi… Askeri diktatörlük yerine süreç deniyor… İşkenceye, yasadışı baskı ya da fiziksel ve psikolojik baskı deniyor… Hırsızlar iyi bir aileden olunca, kleptoman oluyor… Kamu kaynaklarının çürümüş bir politika tarafından boşaltılmasının adı ‘yasadışı servet edinme’ oluyor… Asla ölüm denmez, fiziksel kayıp… Askeri operasyonlarda yok edilen insanlar da ölü değildir, çatışmada ölenler zayidir, sivillerse kayıplardır… 1995’te, Fransa Güney Pasifik’te nükleer denemeler yaparken, Fransız Büyükelçisi Yeni Zelanda’ da açıkladı; ‘Bu bomba kelimesi hoşuma gitmiyor. Bomba değil bunlar! Bunlar patlayan mekanizmalar… Şili diktatörlüğündeki toplama kamplarından birinin adı Haysiyet’ti, Uruguay diktatörlüğünün en büyük cezaevinin adı ise Özgürlük… 1997’de, Guatemala-Chiapas’ta, Acteal Köyü’nün kilisesinde dua ederken, tamamı çocuk ve kadın kırk beş köylüyü arkadan makineli tüfekle tarayan yarı askeri örgütün adı Barış ve Adalet’ ti…”
Ne dersiniz…
Kelimeler GERÇEĞİ değiştiriyor mu ?