Kadın değil Erkek de Ama insan olmak vardı ya
-
Her sabah yeniden kutsal bir kavgaya uyanabiliyorsan… Topla tüfekle değil, vicdan ile çıkabiliyorsan yola… Müşfikliğinle, sevecenliğinle, kalenderliğinle aydınlatabiliyorsan günü… Martı kanatlarında maviye koşar gibi, uçar gibi güzelliklere, sevgiyi, sevinci, erinci kendinde taşıyabiliyorsan… İyilikten beslenip, kötülükten ders alıyorsan… Sorgulayıp yargılayabiliyorsan… Hiç tereddütsüz, yanlışları görüp, çoğaltabiliyorsan doğruları… Güvensizliği (iradesizliği), diz çöktürebiliyorsan özgüvenin önünde… Bakmakla yetinmeyip, görebiliyorsan güzellikleri… Görmekle de yetinmeyip, nüfuz edebiliyorsan ve titreyebiliyorsan üstüne… Kışa, tipiye, fırtınaya, borana karşın, gözlerinde ateşler yakabiliyorsan… Yaratıcı yanınla bir şeyleri başlatıp başarabiliyorsan eğer…
Mesela ayırabiliyorsan, aydınlığı karanlıklardan… Kanatsıza kanat olup, bir kuş uçurabiliyorsan…
Ve de sevebiliyorsan…
Koşulsuz, SEN İNSANSIN demektir…
-
“Aptallara göre insanlar; ırk, cinsiyet, milliyet, yaş, statü, renk, din ve dil başta olmak üzere 8’den fazla kategoriye ayrılırlar… Halbuki olay bu kadar komplike değildir ! İnsanlar, sadece 2’ye ayrılırlar ! İyi insanlar ve kötü insanlar…”
… demiş ya Albert Einstein, haklı !
İYİ olmak da elimizde…
KÖTÜ olup, insanlığımızı askıya asmak da…
Şiddeti konuşurken, buradayız aslında…
Kadına şiddeti…
Doktora, hemşireye şiddeti…
Haber yapan gazeteciye şiddeti…
Söylemleri yüzünden sevilmeyen siyasetçiye şiddeti…
Hepsinde, KÖTÜ olmayı tercih etmişiz aslında…
Bize verilmiş İNSANLIĞIMIZI askıya asmışız…
Yumruklarımız konuşmuş…
Elimizde sıktığımız bıçağımız konuşmuş…
Namluya sürdüğümüz o tek MERMİ konuşmuş…
Bizden daha zayıf, çaresiz bedenlerdeki gücümüz konuşmuş…
Ardından işimiz bitmiş…
Kurbanımızı geride bırakıp, askıdaki İNSANLIĞIMIZI giymişiz yine…
Topluma karışmışız…
Haklısınız, korkutucu !
Okudunuz mu bilmiyorum ama… İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri kitabında çarpıcı bir tarifi var, Erich Fromm’un… Der ki orada: “Modern kitle insanı, bir kalabalığın parçası olsa bile, yalıtlanmış ve yalnızdır… Başkalarıyla paylaşabileceği hiçbir inancı yoktur… İletişim araçlarından edindiğiyse, yalnızca sloganlar ve ideolojilerdir…”
Derdimiz bu mu ?
Asıl açlığımız belki de…
Öfke nöbetlerimizin sebebi de…
Bizi, bile isteye BOŞ bırakan sistemin İNSANCIKLARI olmuşuz…
Sloganlar var dilimizde…
Ve sindirmeye çalıştığımız ideolojiler…
ONAY gördükçe keyiflenen, REPLİK aldıkça konuşanlar olmuşuz…
Ve aç bırakıldıkça da saldırmışız…
Yumruklarımız konuşmuş…
Elimizde sıktığımız bıçağımız konuşmuş…
Namluya sürdüğümüz o tek MERMİ konuşmuş…
Bizden daha zayıf, çaresiz bedenlerdeki gücümüz konuşmuş…
Düşünün…