İş kazaları varmış İş güvenliği sloganmış
Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde… Develer tellal iken, pireler berber iken…
Eskidenmiş o masallar…
Şimdi sıra, gerçeklerin…
Dinlemek istemediklerimizin…
Önce bir fotoğrafı resmedeyim mi size ? Bir masala başlar gibi anlatayım ama… Yok, uzaklardan değil, ama Antakya’dan… Eski tarihli de değil, ama geçen Pazar gününden… Yıkılmak istenen bir binadan… 5 katlı bir binanın en tepesine kondurulan bir iş makinesinin tepeden aşağıya kat-kat yıkım yapma çabasından… Yıkım yapılırken aşağıya saçılan taş ve moloz parçalarının kontrolünde durmaya çalışan iki kişinin zeminde etrafı kollama çabasından… Tüm bunlar olurken, kaldırımı kapatan bu çalışmanın güvenliği sağlama gayretinden… Ama bu gayretin kurbanı olan yayaların yoldan ilerleme mecburiyetinden… Tüm bunların da bir kavşak noktasında meydana geliyor olmasından… Hatta herkesin gözü önünde gerçekleşmesinden…
Ve masal devam eder…
Ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken…
Sahi, sormadım !
Masalı sevdiniz mi ?
Siz ne düşündünüz bilmiyorum ama… Olan biteni izlerken, bu kentteki İŞ SAĞLIĞI ve İŞ GÜVENLİĞİ sloganlarının gerçekliğini düşündüm… Benim gördüklerimi RESMİ gözler izlerken, aynı tedirginliği hissettiler mi, merak ettim… Bir iş makinesini bir binanın en üst katına kadar çıkarmayı başaran bizlerin, niye bütün işlerini böylesine gürültülü ve başkalarının gözlerinin içine soka soka yapmaya çalıştığını anlamaya çalıştım… Eldekini izleyen kamusal denetim organlarının, buna nasıl OLUR verdiğini anlamak içinse kendimi çok zorladım… Hele ki, tüm bunları yapanların, binadan aşağıya hızla düşen parçalardan insanları korumak için kaldırımın o kısmını yayalara kapatırken, aynı yayaları bu yüzden yola indirme rahatlığından ürktüm…
Ardından, BURASI TÜRKİYE dedim…
Kanun var, nizam da, ama Türkiye, dedim…
Biz bize benzeriz, fazlasını beklemeyiz, dedim…
Peki, siz ne demek istersiniz, merak ettim !
İzlediklerimi izlerken ne düşündünüz, merak ettim !
Eldeki masala nasıl bir gerçeklik kattınız, merak ettim !
Leonard Cohen,
“Kusursuzluğu unutun” der ve…
“Her şeyde bir çatlak vardır. Işık, içeri böyle girer” diye de ekler…
Nikos Kazancakis ise…
“Dünya’yı bugünkü durumuna getiren nedir, bilir misin? Yarım işler, yarım konuşmalar, yarım sevdalar, yarım günahlar, yarım iyiliklerdir... Sonuna kadar git be insan!”
O zaman, ışığın, çatlakları aydınlattığı ve karanlıkları delip çıplak gerçekliğimizi detaylandırdığı bir ortamda, YARIM YARIM ilerlemek niye ? Gördüklerimize müdahil olmamak niye ? Anormalliklerimizi normalleştirme gayreti niye ? ‘Kanun var, nizam da…’ derken, olanı rafa kaldırmak niye ? Bir şeyleri doğru yapmaya çalışırken, sürekli yanlışlara gebe kalmak niye ?
Bir iş makinesi ve bir bina yıkımından nereye kadar geldik !
Sahi, işin felsefesine çok mu girdik, girdik ve kayıp mı olduk ?
Belki, ama…
“Dünyanın bütün güzel umutları ve şarkıları herkesin değildir ! Güzel umutlar ve şarkılar, sadece hissedebilenlerindir” der Rabingot Thore ve ardından Albert Camus devam eder ve şöyle der… “Özgür olmayan bir dünya ile baş etmenin tek yolu, o kadar özgür olmaktır, ki sırf varoluş bile bir başkaldırıdır…”
O zaman, GERÇEĞİN kendisi olsun öykümüz…
Gerçeği konuşmak olsun…
Hayatı sloganlaştırmadan, gerçeği ile yaşamak olsun…
O zaman, şu İŞ SAĞLIĞI ve İŞ GÜVENLİĞİ kısmında biraz dursak mı ?
Dursak ve düşünsek…
Neredeyiz, nereye gidiyoruz, bir baksak…