İnsan, Unutmuyor… Kalbi Buna Izin Vermiyor…
Bugün bu sayfada, hepimiz için bir bavul dolusu hatıra biriktiren hayat adına bir hikâye var…
Bir yerde okumuştum… “Bir yolda yürüyorsun… Yolun yarısı, birilerinin seni dağıtmasıyla, diğer yarısı da kendini toparlamakla geçiyor ! Velhasıl, hiçbir şey anlamadan ölüyorsun” demiş !
Anladığımızda mı ?
Bugün, hayat denen yorgun yolculuğun bir mola anını okuyalım beraberce…
Anlayanda duralım…
Hayatın kendini anlattığı anda duralım…
En çok da hiçbir zaman unutmayan kalbimizde duralım…
Evet,
…gelsin kelimeler, dinlesin tüm kalpler;
-
Murathan Mungan, kendisini doğuran kadını, yani öz annesini görmek üzere, uzun yıllar sonra onun evine gidecektir. Yıllar sonra, hiç hazırlıksız, “bu senin oğlundur” diye karşısına çıkarmak istemez yakınları. Bahçeden eve doğru girerler.
Sahanlıktan oraya açılan kapı…
Murathan’ın ilk gördüğü şey, gelenlere telaşla terlik çıkarmak için öne eğilen bir kadındır.
Sonrasını anlatır:
“Boğazımda, hayatımda hiç olmadığı kadar büyük bir düğüm. Kendimi tutmak konusunda sıkı sıkıya tembihlenmişim. Ne de olsa hastalık geçirmiş kadın. Her şey yavaş yavaş söylenecek ona.
Oturuyoruz…
Orada, karşımda oturan kadın benim annem…
Ama bir yabancı…
Hiçbir hatıram yok…
Arada bir gözlerimiz değdiğinde, ona fazla bakamıyor, gözlerimi kaçırıyorum.
Çocukluğumda ona ilişkin duyduğum üzücü hikayelerdeki kadınla hiçbir alakası yok.
“Eve bakacak kiracılar” diye tanıtılıyoruz! Çıkıyoruz… Pencerede, tülün ardında, arkamızdan bakan kadının artık annem olduğunu biliyorum. Dönüşte, minibüste cam kenarına oturup, Mümtaz dayıların evine kadar yol boyu hiç durmadan ağladığımı hatırlıyorum. Gözlerimin çok, ama çok acıdığını da hatırlıyorum o gün. Bir süre sonra, tıpkı bir çocuk gibi neden olduğunu unutarak ağlamayı sürdürüyor insan…
Tam on yedi yıl sonra, beni doğuran kadını görmüştüm o gün.
O, annemdi…
Asıl annem oydu, beni doğuran…
Çocukluğum boyunca seyrettiğim acıklı filmlerdeki, acıklı romanlardaki gibi bir hayatım olmuştu birdenbire. Kendimi, bambaşka bir filmin içinde bulmuştum.
“Aldığı ilaçların tesiriyle öğlene kadar uyur” demişti teyzem, annem için. Ertesi sabah, nedense erken kalkmış, kahvaltıdan sonra teyzem anneme, “Sana bir şey söyleyeceğim Muazzez, ama heyecanlanmaman gerek, biliyorsun” demiş.
“Önce şu ilaçlarını al bakayım...”
Annem, emekli olan teyzemin, o sıralar maaş artışı için intibaklarını beklediğini biliyormuş. Yüzündeki neşeli havaya bakarak, o konuyla ilgili bir şey sanmış önce, “intibakların mı geldi yoksa?” demiş. “Yok, hayır! Benimle ilgili değil, seninle ilgili bir şey söyleyeceğim…”
Bunun üzerine annem, bir an bile düşünmeden, “Dün gelen benim oğlumdu, değil mi?” demiş…
-
Evet…
Pervin Akdağ, paylaşmış…
Ama gariptir, her kelimesi durduruyor sizi ! Kelimelerine ekli duygusallığı ise durdurup düşündürüyor ! Hayat denen şey ne kadar yıpratsa da ölümlü bedenlerimizi, kalbimizin, ne dünden ne de bugünden kopamadığını anlatıyor !
Siz, her şeyi gerinizde bıraksanız da o bırakmıyor, BUNU BİL VE ASLA UNUTMA diyor !
Haklısınız…
İyi ki de hiç unutmuyor…