İnsan bazen anlatamaz susmak ister
Bu an öyle bir andır ki, susarsın... Kendine bile susarsın… Aslında önce kendine susarsın… Çünkü olası tüm cevaplardan korkarsın… Korkarsın ve susarsın… Korkarsın ve beklersin… O bekleyiş bazen saatlerdir… Bazen günler, bazen aylar, bazen yıllar… Anlatamazsınız o an ki ruh halinizi… Aslında siz de anlamazsınız… Garip bir yorgunluktur… Bekleyişin, susmanın, susturulmanın…
Franz Kafka der ya hani…
Şu anda çekilmez bir haldeyim…
Yorgunum, uykusuzum, hüzünlüyüm…
Sanki bir şey beni engelliyor ve özgürleşemiyorum…
Onlar, anneler… Onlar, babalar… Onlar, çocuklar… Onlar, kardeşler… Onlar, akrabalar… Onlar, sevenler… Onlar, bilenler… Onlar, arayanlar ! Onlar, 680 haftadır İstanbul’da, Galatasaray Lisesi’nin önündeki meydanda oturma eylemi yapan kayıp yakınları…
“Geride kalan 680 gündür, faili meçhul, aslında faili belli insanlarımızın aileleri, anneleri, seslerini Türkiye kamuoyuna ulaştırmaya çalışıyor” demiş ya, DP Iğdır Milletvekili Mehmet Emin Adıyaman, insan merak ediyor… 680 günde tek bir kere, ama tek bir kere bile bu ülkenin ADALET Bakanı uğramaz mı o Annelerin yanına… Babaların yanına… Çocukların yanına… Kardeşlerin yanına… Akrabaların yanına… Sevenlerin yanına… Bilenlerin yanına… Arayanların yanına…
Bir kere bile…
Tek bir kere bile…
“Ne avutur ki beni, kendimden başka…” diyen Turgut Uyar haklı olmasına haklı da… Adı ANADOLU olan bu toprakların acısında niye yan yana durmak bu kadar zor ? İKTİDAR olana, MUHALİF diye ÖTELENENLERE yakın durmak niye bu kadar zor ? Burada konu ne SUÇ, ne HUKUK, ne ADALET, ama KAYIP İNSANLAR ! Hikâyeleri tamamlanamadan kaybolanlar… Geride kalanların kalbinde sızı olanlar…
"İnsan, iki küçük et parçasıyla ölçülür; kalbi ve dili" demiş Gazali…
Peki, bugüne taşıdığımız insanlık nerede, o iki et parçası noktasında ? Her Cumartesi beton bir zeminin üzerinde oturup da göğüslerine bastırdıkları kayıplarının fotoğraflarında duranları CEVAPLA-ya-MAMAK neyin karşılığı ?
Öyle bir ülkede yaşamak isterdim ki, ANALAR AĞLAMASIN derken, ANALARI tasnif etmesin ! ACILAR YAŞANMASIN derken, acıları sıraya koymasın, terazinin kefesinde tartmasın ! Öyle bir ülkede yaşamak isterdim ki, YANDAŞ kelimesine fırsat vermesin, sıraya kaynak yaptırtmasın ! HİSSETSİN vatandaşının çaresizliğini, acısını, yoksulluğunu, ama kalbinde, vicdanında… Dinler üstü olsun, siyaset üstü olsun, mezhepler üstü olsun, ırklar üstü olsun, ama herkese ait olsun…
Yok, eldeki bu olmamalı…
Hissetmek bu kadar zor olmamalı…
Ne Beethoven'ın sağırlığı onun sesleri algılamasını, ne Aşık Veysel'in gözlerinin görmemesi; toprağı, ağacı ve çiçeği derinden hissetmesini engellemiş… Onlar, işitmedikleri hâlde daha derinden işitmişler, görmedikleri hâlde daha derinden görmüşler...
O zaman sorunumuz ne ?
Yaşananlara sırtımızı dönmüşlüğümüz ne ?
680 gündür biriken çaresizliği böylesine yalnız bırakmışlığımız ne ?
Orada oturanlar; Analar, Bacılar, Babalar, Kardeşler…
Orada oturanlar; kayıplar, arananlar, yitip gidenler, gölgeler…
680 gündür dile getirilenler o kadar KALP DOLUSU ki !
Cahit Külebi devam etsin bundan sonrasını…
Onun şiiri fısıldasın 680’nin birikenlerini…
*
Sen yokken gittim
Korkularımın üstüne
Hiç ardıma bakmadım
Gümüş şiirler yazdım sen yokken
Çok yangın çıktı yüreğimde
Küllerini bile savurmadım
Irak denizlerin fırtınasıydım
Uzak iklimlerin sert rüzgarları
Kulaçlarken denizinde gurbeti
Kanlı savaşlarım,
Belalı sevdalarım olmadı hiç
Ama hep sustum,
Hep ağladım, hep yandım sen yokken. Bekliyorum dönüşünü yeniden,
Bir gelsen,
Hayatın önünden alsan beni
Bir gelsen,
Sellerin önünden alsan beni
Bir gelsen,
Ölümlü düşlerimden alsan beni…