Her şey normalmiş gibi Hiçbir şey yaşanmamış gibi
Diyen haklı… İnsan, bir şeylerin eskisi gibi olma ihtimalini beklemeyi, “artık olsa bile ben eskisi gibi olamam” dediği o an bırakıyor… UMUT denen şey böyle bir şey ! Kırılgan, çabuk küsen, bekledikçe solan… İlişkilerimiz gibi ! Birbirimizle… Diğerleriyle… Ötekiyle ! Hatta öyle ki… Artık her insanın bir SON KULLANMA TARİHİ var... Çünkü karşımızdakine insan olarak değil, İMKAN olarak bakıyoruz… Ve o imkanlar için bazen her şeyimizle teslim oluyoruz ! Kimi zaman ruhumuzla, kimi zaman bedenimizle !
Hayat ne garip ?
Değişen umudun ve ilişkilerin karanlığında şaşırmıyoruz artık… Ne gördüklerimize ne duyduklarımıza şaşırmıyoruz… Gördüklerimizi de duyduklarımızı da bir zamanların klasiği ile geçiştiriyoruz… BURASI TÜRKİYE deyiveriyoruz ! BURASI’nın bir zamanlar nasıl bir ülke olduğunu unutmuşlar olarak, getirildiğimiz bu SON HAL için BUNA DA ŞÜKÜR deyip, olan bitenin yanından usulca geçiveriyoruz…
Her şey normalmiş gibi…
Hiçbir şey yaşanmamış gibi…
Geride kalan 24 Nisan gibi mesela…
1915’in hatırasından damlayanlar gibi…
Onlara da yokmuş gibi davranmıyor muyuz ? Varsalar da, SESSİZ kalsınlar diye bir köşede tutmuyor muyuz ? Kimse konuşmasın diye aba altından sopa gösterip durmuyor muyuz ? Acıları kabul edip, onlara yeni, ama ONAYLANMIŞ resmi hikayeler iliştirmiyor muyuz ?
Hüzn'e düçâr bir ömrün enkazı altındayım ey hafız…
Ne yana dönsem, gidenlerin gölgesi batar canıma…
Diyen buna dair demiş sanki…
O diyenlerden birinde duralım mı ? 1915’in acıları içinde Annesini anlatan Şirin Tan’da duralım… Annesinin portresinin olduğu çerçeveyi göğsüne bastırırken paylaştığı kelimelerde duralım… Gidenlerin gölgesi içine karışmış acısını bizlerle paylaşan yaşlı ve hüzünlü gözlerde duralım…
ÖZGÜRÜZ’ün paylaştığı habere göre, annesinin, yaşadığı acı hikayeyi kendilerinden yıllarca sakladığını dile getirmiş Şirin Tan… Annesinin WARTER olan isminin ZEYNEP, dininin ise İslam olarak değiştirildiğini aktarmış... Tan, annesinin gerçek kimliği ve hikayesini yıllar sonra öğrendiklerini paylaşırken, annesinin, yaşadığı acılar nedeniyle “KARA KEFENLE GÖMÜN BENİ” dediğini de hatırlatmış…
Devamı mı ?
“1915’te babam Elazığ’da askermiş... Bir sabaha karşı annemin bulunduğu köyü basıyorlar. Köydekilerin bir kısmını öldürüp, bir kısmını da canlı olarak götürüyorlar. Fakat babam yaşananlara karışmıyor. Uzak duruyor. Olay olduktan sonra halkı köy meydanına topluyorlar. Annem ve birkaç kız, bir rivayete göre ekin tarlaları içinde, bir rivayete göre, annemlerin Türk bir işçisi varmış o dönem, o, evlerinde saklıyor. Annemin dediğine göre, bir kısım insanları Elazığ’da öldürüp bir ırmağa dökmüşler. Yaşananların ardından annem ve diğer kızlar ortaya çıkıyor. Sonrasında Babam annemi alıyor ve Dersim’e götürüyor ve Hozat’a yerleşiyorlar. Olayın ardından, babam ve annem evleniyor. Sonrasında annem köyüne gidiyor ve anneannemin onun için sakladığı tapuyu ve giysileri alıyor. Bu olaydan sonra annemin adı WARTER yerine ZEYNEP oluyor. Annem, benim bildiğim üzere tam bir Alevi kadınıydı. Herhangi bir Ermeni kültürüne yönelik ritüelde hiç bulunmadı.”
Annesinin Ermeni olduğunu yaşlanana kadar bilmediklerini ifade eden Tan, şöyle devam etmiş…
“Yıllar sonra evlenip köye gittiğimde şunu fark ettim. Annem, ekmek pişirirken sacı kaldırır ve sacın ortasına artı işareti atardı. Ben bunu hep görürdüm, fakat anlamı nedir bilmezdim. Babam, annemin bu işareti yaptığını gördüğünde ona kızmış. Annem de babama bu işaretin bereket anlamına geldiğini söylemiş. Sonradan bu işaretin hac işareti olduğunu anladım. Sonuçta annem, yalnız ve mutsuz bir insandı. Annem, hep elini yere sürer ve mezarının dümdüz olmasını isterdi.
İyice hastalandıktan sonra en büyük abime siyah kefenini alıp gelmesini söylüyor ve getirip karşısına asmasını söylüyor. Birkaç gün duvarda o kefeni izliyor. Siyah kefenle gömülmesini de abime tembihliyor. Daha sonra ben yetişemiyorum, ama annem siyah kefenle giydiriliyor. Öyle ya, şimdi annemin kefeni de kara, mezarı da…”
Haklısınız !
Bilmeyince, YOKMUŞ gibi davranmak kolay… Ama o kadar çok ACI var ki Anadolu’nun kalbinde… Kayıpları ile yaşamaya alıştırılmış o kadar çok insanımız var ki… Artık bilsek mi peki ? Birbirimizi dinlesek mi ? Dün ve bugünü barıştırsak mı ?
Yoksa devam mı ?
Her şey normalmiş gibi…
Hiçbir şey yaşanmamış gibi…