Hem çok kalabalığız Hem de çok yalnız
“Ne güzel söyledin be… İnsan seni dinleyince, hevesine limonata söylenmiş gibi oluyor… Sonbaharın ilk günü, yeni ceketle sokağa çıkmanın keyfi gibisin... Öyle güzel ki kalbin; tüm sokak kedileri ısınır, tüm çocuklar annelerini özler, tüm açlar doyar sen konuşunca...”
İnsanın hayatında, böyle tarif edebileceği kaç insan vardır sahi ?
Sanırım, onlar hep çok azdır !
O yüzden kıymetlidir !
Yaşamlarımızın insan kalabalığında, hala bu tür arayışlar içinde olmamız ne garip, değil mi ? Onca kalabalık içinde, birini arıyoruz, birilerini… Kalabalığız, ama yalnızız da… Peki, bunun ne kadar itirafındayız ?
Sanırım, bunu kendimize bile çok fazla fısıldayamıyoruz !
Belki bu yüzden, Murathan Mungan’dayız !
Demiş ya…
-
Bavulları hep toplu durmalı insanın…
Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı…
Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vazgeçmeli…
İhanetlere, terk edilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı…
Yalnızlığa alışmalı…
Çünkü “omuz omuza” günlerin vakti geçti…
-
Ara ara beni okuyan biri, ‘niye hep olumsuz tarafından bakıyorsun’ dedi… ‘Neye ?’ , dedim ! ‘Hayata’ diye ekledi… O bunu deyince, biraz düşündüm… Hayatı çokça kaleme alan biri olarak, GÜZEL taraflarını da biriktirmeye çalıştım, ama terazinin diğer kefesi hep ağırdı, çok ağır… Ardından dedim ki… ‘Bir hikayem var… Sen seç, güzel olanı…’
Anlattığım mı ?
Her sabah işe giderken, düzenli olarak gördüğüm iki çocuk var… 14 yaşlarında, belki daha küçük… İkisinin de sırtlarında birer çuval var… Boylarından büyük, iki büyük, beyaz çuval… İçlerini doldurma peşinde oldukları çuvallar bunlar…
Ben anlatırken, beni dinleyen arkadaşım bir kez daha sordu…
‘Neyle dolduruyorlar ?’
Sahi neyle olabilir ? Düşünün… Her sabah, kendileriyle aynı yaştaki çocukların okul telaşında oldukları bir saatte, onlar… Sırtladıkları o çuvalları akşama kadar doldurma telaşındalar… Koca koca çöp konteynırlarının içine daldırıyorlar çocuk bedenlerini… Bizlerin, yanından geçerken kokusuna dahi dayanamadıklarımızı, elleriyle karıştırıyorlar… Biraz plastik bulurlarsa, şanslılar… Hatta karton olursa… Metal mi ? Hepsinden iyi ! Ağır çeker, para da eder !
Anlayacağınız, zor !
O iki çuvalı doldurmak çok zor…
Belki biraz umutla, belki biraz hayalle…
Akşama alınacak ekmekle, biraz pirinçle, hatta çikolatayla…
Geçen gün sordum bir tanesine, ‘günde kaç paranız oluyor o çuvallar dolduğunda’, diye… ‘Doldurması zor’ dedi bir tanesi… Demir arabaları yokmuş diğerleri gibi… Çuvalları o yüzden tam dolduramıyorlarmış… Taşıyabilecekleri kadarını doldurup, günü bitiriyorlarmış… Ama o demir arabanın hayalinde durdu ikisi de… ‘O zaman daha çok kazanır, daha çok şey alırız eve’, dedi ikisi birden…
Çuvalların hikayesinde, NEYLE DOLUYOR diye soran mı ?
Biraz durdu, biraz düşündü, ama sonunda da…
‘HAKLISIN’, dedi…
H.a.k.l.ı.s.ı.n…
Ve günü de, o çocuklar için, bir alıntı ile bitirdi…
“Tercümanı yok içimde yitip gidenlerin, ihtirasını kaybetmiş sevmelerin… Caddelerin ışıklarını söndürdüler… Beklenenler, unutulmayı seçti…”