GÖNÜL SADAKASI mı Yoksa VERDİM gösterisi mi
Sık sık yazıyorum…
Hatta naçizane uyarıyorum da…
“Bir elin verdiğini diğer el bilmesin” diyen bir dinin mensuplarına, “İNANDIĞINIZ KADARSINIZ, İNANDIĞINIZ KADARINI YAŞARSINIZ” hatırlatması yapıyorum ama…
Olmuyor…
Bir elin verdiğini, bırakın diğer el, HERKES duyuyor, görüyor, biliyor… Hatta duymakla da, görmekle de, bilmekle de kalmıyor… Patlayan flaşların şaşkınlığında yardıma uzanan ellerin korku dolu gözleri fotoğraflanıyor… Sayfa sayfa YARDIM HABERLERİ ile “duyan duymayana anlatsın” manşetine kahramanlık yapılıyor…
Beceremiyor muyuz, yoksa işimize mi gelmiyor ?
Belki de anlamak zor geliyor…
O zaman…
Söylenende miyiz ?
-
Olmadı, bir çay demler, kitap okuruz... İçimizdeki sessizlikler dinene kadar, konuşmayız kimseyle... Eski bir türkü çalsın radyoda ve gökyüzünde birkaç bulut gezinsin... Taşınalım buralardan... Yüreğimizi de alıp gidelim... Bizi anlayanların yanına…
-
…diyen hani !
Sizi bilmem ama… Ben, vermenin de bir usulü olduğuna inananlardanım… Bu şehirde, ne zaman yoksul öğrencilere, okudukları okullarda, diğer arkadaşlarının gözü önünde bir yardım yapılsa, hatta o masum bakışlar fotoğraflanıp gazetelere basılsa ve buna da kimseler ses çıkartmasa, yazıyorum… Kendimi tekrar etmekten sıkılsam da, bunu yapanların sıkılmadığı bir coğrafyada, vazgeçmiyorum… Dünya denen gezegeni getirdiğimiz halden sıkılan biri olarak, İNSAN kalmaya çalışan azınlığa, VAZGEÇMEYİN diyorum ve… Bunu derken de ara ara hikâyeler paylaşıyorum…
Evet…
Bugüne dair de bir hikâyemiz var…
Vermenin usulüne dair…
Kalbe dair…
İnsana…
-
Bir hanımefendi anlatıyor…
“Biraz fasulye ve biraz pilav alarak, bakır bir tepsiye koydum. Üzerine patlıcan, salatalık ve bir kaç tane kayısı ekledim. Tam dışarı çıkacaktım ki, babam sordu:
- “Nereye gidiyorsun kızım?”
- “Ninem, bunları, kimsesiz yaşlı adama götürmemi söyledi” diye cevap verdim.
Bunun üzerine babam…
“Şöyle yap… Mutfaktan bir kaç tabak daha getir. Her bir şeyi ayrı bir tabağa koy ve tepsiyi güzelce düzenle. Yanlarına kaşık, bıçak ve bir bardak su da koy, öyle götür” dedi. Dediklerinin hepsini yaptım ve elimdekileri dedeye götürdüm. Dönünce, babama “neden böyle yapmamı istediğini” sordum.
Babam…
“Yemek ikram etmek, ‘mal’ sadakasıdır. Bir şeyi düzgün vermek ise 'gönül’ sadakasıdır. Birincisi karnı doyurur, ikincisi ise kalbi doldurur. Birincisi, kimsesiz dedeye, yardım isteyen dilenci hissini verir. İkincisi, yakın bir dost, iyi bir misafir olduğu hissini verir” diye cevap verdi ve devam etti:
“Maldan vermek ile gönülden vermek arasında büyük bir fark vardır. Gönülden olanın, hem Allah katında ve hem de insanlar yanında değeri daha büyüktür.”
Gözlerimin içine bakarak, sözlerini şöyle tamamladı…
“Bak yavrucuğum. Yapacağımız ikramlar, sevgi ve iyilikle birlikte olsun. Sakın, aşağılayıcı ve küçük düşürücü olmasın.”
-
Düşünün !