Gerçeğinden kaçanlar mıyız Gerçeğine koşanlar mı
Özgürlük nedir ?
Şair Fernando Pessoa için…
-
Özgürlük, yalnız kalabilmeye denir... İnsanlardan uzaklaşabiliyorsan, onlara hiçbir muhtaçlığın, paraya ihtiyacın, sürüye uyma içgüdün, aşka, şana şöhrete hevesin ya da merakın yoksa özgürsündür… Bunların hepsi, sadece yalnızlıktan ve sessizlikten beslenir... Yalnız yaşayamıyorsan, doğuştan kölesin demektir... Ruhen ya da zihnen en yüce mertebelere ulaşmış olabilirsin... Soylu bir kölesin öyleyse ya da zeki bir uşak, ama özgür değilsin…
-
Sert bir eleştiri…
Kim bilir, belki de haklıdır…
Peki, haklıysa !
O zaman neyiz ?
Soylu bir köle mi ?
Yoksa zeki bir uşak mı ?
Belki de hiç biri…
Ya da hepsi !
Ne dersiniz… Korkutucu mu ? İnsanın kendi gerçeği ile yüz yüze kalmasını kastediyorum ! Sahi, kaçta kaçımız cesur, o yüzleşme adına ? Kaçımız hazır, böylesi bir ana ? NE olduğunu ya da KİM olduğunu bilen, kaç kişiyiz ?
Onlardan biri, Yazar Paul Auster…
Der ki bir kitabında…
-
“Neden mutsuzsun?” dedi...
"Mutsuz değil, beceriksizim” dedim…
“Sizin gibi, mutlu olduğumu sanmayı beceremiyorum… Hepsi bu!” diye de ekledim…
-
Aslında, boşa kaçışlar hepsi !
Yazar Ece Temelkuran’ın işaret ettiği gibi…
-
Anladım ki, insan yanında götürüyor kaçtığını… Üstelik ne kadar uzağa kaçsa da... Hatta artık şöyle düşünüyorum; Tuhaf bir dairesel hareketle, tam da kaçtığına doğru koşuyor insan, kaçarken…”
-
Yüzleşmekten kaçmak… Sahi, yaptığımız bu mu ? Sürekli koşar halde oluşumuz da bundan mı ? Bilmiyorum ama… Bu durum, bana bir hikayeyi hatırlattı, ki aslında hepimize dair olanı ! Ne kadar AKILLI ya da DELİ oluşumuza dair olanı ! Karar sizin, ama önce… Okuyalım !
-
Akıl hastanesinin bahçesinde sigara içiyordum. Merakımdan sanırım, bir şekilde orada buldum kendimi! Kendi halinde, oldukça normal davranan, yüz çizgilerinden kırklarında olduğunu düşündüğüm bir adamla göz göze geldik. Ben bir kaç kez kafamı çevirsem de, o, gözlerini üzerimden hiç çekmedi. Kıyafetlerinden anladığım kadarıyla, misafirdi orada. Hasta demeye dilim varmıyor şimdi. Önce biraz çekindim, sonra cesaretimi toplayıp küçük adımlarla yaklaştım yanına.
“Sigara versene” dedi hemen. Sigarayı uzatırken, “neden buradasınız ?” demiş bulundum. Sigarasını yaktı, tekrar gözlerini dikti üzerime. Kırpmıyordu bile, ürkmedim desem yalan olur.
“İyi günler” dileyerek, uzaklaşmaya karar verdim. “Belki de yanlış bir soru sormuşumdur. Belki canını sıkmışımdır ya da ne bileyim adam deli işte!” diye geçirdim içimden.
“Sen neden burada değilsin ?” diye bağırdı arkamdan. Öyle bir bağırdı ki, arkamı dönmeye korktum. Cinnetle bağırır gibi... Döndüm yüzümü olduğum yerde. Yaklaşmadan baktım yüzüne. Bu sefer sesini daha da yükselterek tekrarladı! “Sen neden burada değilsin? Onca sahtekarın, onca vicdansızın, onca ihanetin içinde durabilmeyi nasıl başarıyorsun? Çocukların vurulduğu, çiçeklerin koparıldığı, sevgilerin harcandığı, umudun tükendiği, renksiz, yapay bir dünya var dışarıda! Uyuşmadan uyum sağlayamadığım, gürültüsünden uyuyamadığım... Kirli, kibirli, kaba bir dünya var! Çıkarları uğruna, seni çakıyla son model bir arabayı çizer gibi çizecek binlerce insan var. Kanını emecek bir sürü vampir! Sana, kullanılıp, köşeye atılmış pis bir mendil gibi hissettirecek bir sürü katil. Sen neden burada değilsin?”
-
Cevap var mı ???
Cevabınız ???