Gerçeğimiz mi Biraz ağır biraz öfkeli
Toplumcu-GERÇEKÇİ şiirin önde gelen temsilcilerinden biri olan Hasan Hüseyin Korkmazgil’i okuyan bilir, okumayana ise AĞIR gelir… Gerçeği, surata çarpa çarpa söylemesidir belki de o ağırlık… Ya da kelimeleri başka başka maskeler adı altında savuran günümüzün KAYPAK gerçekçiliğidir… ‘Bir Örnek İnsan Portresi’ adlı şiiri de bundan… Hayatın ta içinden… Aslında hepimizden… Kaybolmamak için direnen her birimizden… Yaşarken ki hallerimizden… Yaşama dair her halimizden…
Başlayalım mı okumaya ?
Bugün şiir olsun bu sayfa ve hayata da kendi gerçeğiyle dokunsun…
*
demek hiç aç kalmadın sen öyle mi
açıkta kalmadın ha?
kirinden gömleğinin
dirseğinin yamasından
eziklik duymadın ha?
bravo be
aşkolsun şu adama vallahi!
demek hiç sövmediler anana avradına
hiç kimseye sövmedin ha?
bir gececik olsun çekip kafayı
şakır şakır oynamadın
hıçkırarak ağlamadın öyle mi?
bravo be
aşkolsun şu adama vallahi!
demek yalnızlıktan böğürmedin hiç
akrep sokmuş gibi sıçramadın geceleri ha?
hiç sevmedin öyle mi
kendini öldürmeyi çekip gitmeyi
büyük işler becermeyi düşünmedin ha?
bravo be
aşkolsun şu adama vallahi!
demek bu musluklar hep bu ellerde
bu düzen, bu dünya, bu gidiş
sen hep böyle mutlu kişi, örnek vatandaş
giden ağam gelen paşam, öyle mi?
bin yaşasın seni sokmayan yılan
sen mi kaldın düzeltecek, öyle mi?
haksızlığa uğramadın taşlanmadın ha?
ne şam'ın şekeri, ha
ne arabın yüzü, ha?
yaşadın da bunca yıl şu bataklıkta
gül sandın bu kokuyu öyle mi?
hadi be hırbo sen de
adam mısın sen de be!
*
Öfkeli bir FİNAL mi olmuş ? Aslında oldukça GERÇEKÇİ olmuş ! Hayatı nasıl yaşadığımıza değil de, hayatı nasıl karşıladığımıza dair olmuş ! Eldeki ile ne kadar mücadele edip ayakta kaldığımıza ya da ayakta kalış halimize dair olmuş… O yüzden, evet, biraz ÖFKELİ ! Ama fazlasıyla da bizden ! Hani Cesare Paves de der ya, “Ben hiçbir zaman dünyayı umursamadan hayatın tadını çıkarabilen rahat bir insan olamadım. O yürek yok bende…” Biraz bundan… Hayatı umursamadan tadını çıkartamamadan… !
Ama vardır öyleleri… Hani her şeye rağmen, rüzgârın yön tayininde nefes alıp verebilenler… Ayakta durabilmenin hesabında ceket ilikleyenler… İliklemeye hazır gezenler… Nabza göre şerbetin kıvamını ayarlama konusunda ustalaşanlar… Ustalaşmak için hayat tüketenler…
Eldeki de biraz bunun öfkesi…
Hani Oktay Rıfat’ın dediği gibi…
Bıktık gölgelerinde yaşamaktan, kırıntılarıyla geçinmekten.
Patlangaç kesekâğıtları gibi, yozlaşmış sözler duymaktan.
Bir onların ellerine bak, bir bizimkine, bizimkiler yarık.
Nicedir kazarız toprağı, toprak bize, bereket onlara,
gak deyince su, guk deyince et…
Ama olmuyor, değil mi ? Şikayet etsek de olmuyor ! Değişen değişiyor da, biz değişemiyoruz… Her kalıba girip, şekil değiştiremiyoruz… Biraz da o yüzden, eldeki BATAKLIĞIN kokusunu GÜL sanıp da içine çekenlerin kalabalığında yaşamaya devam ediyoruz… “gak deyince su, guk deyince et…” diyenlerdense hiç olamıyoruz…
Olsak, BİZ olur muyduk sahi ?
Aynada kendimize bakabilir miydik ?
Bu kadar diklenip konuşabilir miydik ?
Tamam da…
O zaman niye bunca şikayet ?
Haklısınız…
Yarık ellerin şikâyeti bunlar…
Toprağı kazan ellerin şikâyeti…
Toprağı kazan, ama bereketi toparlayamayan ellerin şikâyeti…