Eldeki utandırıyor Utanması gerekenler mi
“Yarına ümitle yürüyenlere bir selam uçuralım” demiş Orhan Veli… Ama emin değilim, ne kadar kaldığından ! O bahse konu ‘ümit’ten ne kadar kaldığından… Kalmıştır ama ! Biraz olsun kalmıştır ! Geride kalan her bir adımı ileriye atacak kadar kalmıştır !
Nazım Hikmet’in dediği gibi aslında…
Ne ah edin dostlar, ne ağlayın…
Dünü bugüne, bugünü yarına bağlayın !
Bugün yapacağımız şey de biraz bu… Bağlayabilir miyiz bilmiyorum ama, deneyelim ! En azından ‘denedik’ deriz ! Vicdan temizleriz ! ‘Temizleriz’ dediğimize bakmayın ! Onca kiri pası çözmek kolay mı ? Değil ! Hiç kolay değil ! Ama başlarken de dedik ya, ümit !
Konumuz mu ?
Antakya’nın tarihi…
Yaşamın içine karışan tarihi…
O tarihin taş bedenleri, çeşmeleri…
Terk edileni, bozulanı, yazılanı, çizileni…
Muslukları söküleni, bedeninden eksiltileni…
Bugün onlardan birini konuşalım istedim… Hani biraz eksilmiş olandan… Çokça yorulmuş olandan… Yanı başından geçip gidilmiş olandan… Biz gibiler olmasa, hatırlanmayacak olandan !
Sait Faik Abasıyanık ne güzel demiş…
Bu yürek bizim yüreğimiz…
Bir tahtası eksiklerin yüreği…
Aksi olsa yazar mıydık bu kadar ? Israr eder miydik ? Biz de diğerleri gibi unutur giderdik ! Haklısınız, kolayı seçerdik… En kolayı… Durmak yerine geçip giderdik ! Yanı başından geçip giderdik ! ‘Bir varmış bir yokmuş’ denene eklerdik !
Ama biz, biziz !
Bir tahtası eksiğiz…
O yüzden, DURDUK…
Uzun Çarşı’nın orta yerinde…
Baharatçıların hemen arka tarafında…
Dükkânların orta yerine sıkışanın yanında…
Evet…
Gördüğümüz çeşmeye dair ne ilk yazışımız, ne ilk fotoğraflayışımız… Ama net olan şu ki, her haberde biraz daha eksiliyor… Her fotoğrafta biraz daha düne karışıyor… Dünden bugüne taşıdıklarından parça parça dökülüyor… Bedenindeki çatlaklar ise derinleşiyor…
Yaşı kaç bilinmiyor, ama…
En az 100 senelik, belki daha fazla…
Dört köşesi kemerli, bedeni çiçek desenli…
Sadece bu mu ?
Antakya içinde nice çeşme bu halde ! Bakımsız… Onarımsız… Öyle ki, muslukları sonradan eklenmiş orijinal bedenlerine ! Ama ne hikâyesine uymuş o musluklar, ne görkemli şehrin siluetine… Anlayacağınız, bu şehri ve bizi diğerlerine anlatacak bu mola noktalarına hiçbir şey bırakmamışız, kendilerini diğerlerine anlatacak tek bir kelime dahi bırakmamışız ! Ama işimize gelince de ‘marka’ demişiz ! Medeniyetler kenti sloganında en hızlı koşanlar arasında yer almışız !
Yok, ‘ümit’ hala var, ki Necati Cumalı’dayız o yüzden ve diyoruz ki…
Gelecek güzel günlere inanıyorum
Gelecek güzel günlere
Sonunda galip geleceğine eminim
İyiliğin, zekânın ve cesaretin
İmanım var zaferine
Aşkın, adaletin ve hürriyetin…
Ama yine de soralım mı ? ‘Bu kentin tarihi çeşmelerini hak ettikleri duruma getirmek zor olmamalı’ derken, bizi durduranın ne olduğunu soralım mı ? Eldekinin utandıran hallerini soralım mı ? Önce Hatay İl Kültür ve Turizm Müdürü’ne soralım… Ardından Hatay Valisi’ne soralım… Finalde de, bu kentin Kültür ve Turizm Bakanlığı düzeyindeki asıl ismine, Hüseyin Yayman’a soralım…
Kentin turizm sektörüne ‘yakıt’ sağlayan ‘tarihine ve kültürüne’ bu kadar sırt çevirmiş bir memleket, ‘gelecekten ne bekler’ diye soralım !