Eksilmekten eksiltmekten memnun muyuz
“Ey bahtsız, ey boş konuşan adam… Hangi hakla, aklın asasını masumluğun elinden alıp kötülüğün eline verirsin? Hangi hakla, doğanın üzerine ölümün örtüsünü atarsın, felaketi daha da ümitsiz kılarsın, suçluları temize çıkarır, erdemi karartır ve insanlığı alçaltırsın?”
Stefan Zweig, içimizdeki sesin çığlığında kelime kelime birikmiş olanı, biteni, yaşananı, yaşatılanı, dünü, bugünü, hatta yarın olacakları anlatmış adeta… ki öyle bir hale geldik ki bu ülkede, NE OLACAĞINA dair kahve fincanlarını tersine çevirdiğimiz o esprili hallerimizin gerçeğindeyiz artık ! DAHA NE OLUR diye birbirimize bakıp da sorar hallerdeyiz !
Sahi, DAHA ne olur ?
Bilmiyorum ama, dünle başlayalım mı ?
Dünde olanlarla başlayıp ilerleyelim…
6 Eylül 1955’te, 6 Eylül’ü 7 Eylül’e bağlayan gece İstanbul Beyoğlu’nda yaşananların Türkiye’sinde, 2017 senesindeyiz. Kaç sene geçmiş aradan ? Tam tamına 62 koca sene ! Aslında Roboski’de bile RESMİ bir özür yerine KAN PARASI ile durumu kurtarmaya çalışanların Ankara’sından bugün 1955 için RESMİ bir özür beklemek belki de fazla iyimserlik olur !
Aslında bu biraz da kendimize dair bir sorgu… Gazeteciliğin, gazetecilerin, bu kimliği taşıyanların sorgusu ! Niye mi ? 4 Bin 214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5 bin 317 mekanın saldırıya uğradığı o gecenin hesabında duran isim, “Atamızın evi bombalandı” manşetiyle olayların fitilini ateşleyen, Demokrat Parti YANLISI, dönemin İstanbul Ekspres Gazetesi… O yüzden !
“YANLISI” kelimesi tanıdık geldi mi ?
Belki bugüne ekli YANDAŞLIK’tan !
İktidarın ‘kalemşörlüğünü’ yapanlardan !
Beslendikleri yerin çokça aynı olmasından !
Sonuç mu ?
Belli değil mi ?
Bakın bir çevrenize…
Ayağa kalkın ve bakın…
Haberleri dinleyin, gazeteleri okuyun…
Dünden bugüne eklenen öfke mirasımızı görün…
Hindistan asıllı düşünür Jiddu Krishnamurti, tam da bu noktaya etiketlemek istediğim bir şey söylemiş her birimiz adına… Aslında dünün ve bugünün siyaset aktörlerinin biz sıradan insanları ne hale soktuğunu özetlemiş…
Demiş ki…
“Milliyetçilik bir beladır... İnsanın kendini ‘Hindu’ veya ‘Hıristiyan’ diye adlandırması da bir beladır… Çünkü bu adlandırmalar bizi bölüyor... Bizler insanlarız… Bir mezhebin üyeleri veya bir sistemin hizmetçileri değiliz... Fakat çıkarını bağladığı bir fikriyata veya sisteme sadık bir insan olarak, Politikacı; milliyetimizle, duygusallığımızla, kendimizi beğenmişliğimizle her birimizi sömürür ! Tıpkı bir din adamının, sözüm ona din adına bizi sömürmesi gibi…”
6-7 Eylül olaylarının fitilini ateşleyen haberin (!) adresinde duran gazetenin, normal şartlarda 20-30 bin gibi küçük bir tiraja sahipken, o gün tam 290.000 adet basılmış olmasının bu anlamda bir karşılığı olmalı, ne dersiniz ? Aslına bakarsanız, bunu bazen bugüne dair gazeteciliğimizin (!) gerçeğinde ilerleyen YANDAŞ kalabalık adına da görmüyor değiliz ! Siyaseten finanse edilen ve beslenen kimi basın (!) kimliklerinde de buna dair ‘azalan-yükselen’ tirajları izlemiyor değiliz !
Ne yazık ki, her dönem KULLANILDIK !
Ve bugün KULLANILMAYA devam ediliyoruz !
Kimimiz MEMNUN ! Cebi para gördüğünden ! Bu şekilde itibar (!) kazandığından ! Hatta önünde ceket iliklenir hale getirilmiş olmaktan ! Belki bu yolla protokole dahi katılmaktan! Koca (!) koca (!) adamların yanı başında durabilmekten ! Ellerini sıkabilme şerefine nail olduğu Ankara adamlarının ADAMI olabilme şerefine ulaşabilmekten !
Evet…
6-7 Eylül Olayları, Cumhuriyet döneminin utanç duyulacak lekelerinden biri olarak tarihte yerini aldı. Denildiği gibi; Cumhuriyetin ilanından sonra eşit vatandaşlık ve ortak ülkü çerçevesinde kendini bu Cumhuriyetin bir parçası gören yüz binlerce insan yaşadığı toprakları ve evleri terk etmek durumunda kaldı…
Peki, eksilmekten, eksiltmekten memnun muyuz ?