Duyun Artık duyun
-
Fotoğrafa bakan iki kişiden biri çıplaklık ve pornografi görürken, bir diğeri bir başka sanatı görebilir... Tamamen bakış açısıyla alakalı bir durum bu !
Tepki görmeleri, kadınları aşağılama gibi algılanması... Tabuları olan toplumlara ne anlatırsanız anlatın, dinletiden öteye geçmeyecektir... Çünkü basitlikle estetik arasında çok az bir fark olduğu için, bunu muhataplarınıza izah edebilmeniz oldukça zordur…
Tecavüz edilen kadın için GECENİN BİR VAKTİ NE İŞİ VARDI diyen erkeklerin bulunduğu bir toplumda ya da çocuk gelinlerin yoğun olduğu bir ülkede, magazin adı altında saçma sapan kadın temalı sömürülerinin yapıldığı bir yerde, bu fotoğrafların basit ya da obje olarak görülüyor olmasını da anlayışla karşılamamız lazım belki de !
-
Hikâyemiz bu !
FİLMİN SONU mu?
Haklısınız, MUTLU değil...
Siz yine de DÜŞÜNÜN !
İçinde yaşadığımız coğrafya için DÜŞÜNÜN !
Simone de Beauvoir’in ‘İkinci Cinsiyet’ adlı kitabı gibi halimiz…
Demiş ya, “Kadını götürüp mutfağa ya da süslenme odasına kapatıyor, sonra da ufkunun darlığına şaşırıyoruz… Kanatlarını kesiyoruz, sonra uçamıyor diye yakınıyoruz… Geleceği önüne serdiğimiz an, şimdiki zamana çöreklenip kalma zorunluluğunu duymayacaktır elbet…”
Haksız değil ama…
Yine de fark edemiyoruz !
Hep övünüp duyuruyoruz ya…
Kadına seçme-seçilme hakkını önce biz verdik, diye…
Tüm hikâyemiz de, zafer anımız da bundan ibaret kalmış aslında…
Kadın hala GÜNAH’ın simgesi !
Kadın hala NAMUS’un odak noktası !
Erkek mi ?
Olası günahların BEKÇİSİ !
Namus denenin sınır nöbetçisi !
Tam da bu noktada, bir kadının paylaşımındayım ve o paylaşıma ekli sorularda… “Kadın cinsinin olası her günahında meydanlara kurulan dar ağaçlarına karşın, konu erkekse, ELİNİN KİRİ olmuyor mu ? Hatta konu da halının altına süpürülmüyor mu ? Sahi, adı kötüye çıkan ERKEK duyduk mu hiç ? Ama kadınsa konu, hep LİSTE BAŞI olmuyor mu ?”
O zaman…
Nerede kaldı önemi, seçme-seçilme hakkını ilk önce biz verdik, demenin ! Verdik de, verdiklerimiz arasında ÖZGÜRLÜK yoktu, bunu fark edemedik ! Onu hep, erkek çocuklarının gerisinde tuttuk… Çocuktu, ailesi ! Gençti, erkek kardeşleri ! Evliydi, kocası karar vermedi mi hayatına ? Uçmak için kanatları olduğunu bile unutturduk ona ! Yetmedi, o kanatları sıkı sıkıya bağladık, belki kazara hatırlar da UÇAR diye !
Uçanları ise indirdik aşağıya…
Kırdık, hem kanadını, hem kolunu…
Buraya kadar anlattıklarımız bizlere bir şeyler fısıldıyor aslında… İstanbul Sözleşmesi başlığında, bu ülke kadınlarının verdiği mücadelenin şiddetinde tutuklu kalan kadınları fısıldıyor… Gözaltında, dört duvar arasında sıkışan kadınları fısıldıyor… Ölen, öldürülen kadınları fısıldıyor…
Ve…
Tüm bu fısıltıları, kadınların ARTIK YETER çığlıkları yırtıyor…
Duyuyor musunuz ?
Duyun...
Artık duyun…