Düşmekten korkup Yürümeyi unutanlar
Böyle miyiz sahi ?
Belki bu yüzden, kelimeleri DERİNE kaçanlarız… O kadar derine ki, kelimeleri ile beraber KENDİLERİNİ de kaybedenleriz… Hislerine tercüman başka kelimelerde köşe bucak o KENDİLERİNİ arayanlarız… Bulduklarında da mola verip derin bir ‘ahhhh…’ çekenleriz ! En çok da kaybolanlara… Kayıp gidenlere… Bile bile vazgeçilenlere… Geri dönüşü olmayan yolların sonuna gelen hikayelere…
Haklısınız…
Sırtında, hayatın kaybolmuşluğu, ruhunda ise çuval dolusu kırık hayallerin ağırlığıyla gittikten sonra yaşama dair yolculuğun anlamını sorgulayanlarız hepimiz !
Üzülmeyin !
Yalnız değilsiniz !
Kalabalığız, hem de çok kalabalığız…
KEŞKE’leri çok olan kalabalıklarız…
Keşke tekrar o güne dönebilseydin, mesela… Keşke yazsaydın… Keşke savunabilseydin… Keşke ayağa kalkıp BURADAYIM diyebilseydin… Keşke o gün oradan geçmeseydin... Keşke o gün orada konuşsaydın… Keşke doktor kontrollerini aksatmadaydın... Keşke kalbini kırmasaydın... Keşke ertelemeseydin… Keşke ona güvenseydin ya da güvenmeseydin… Keşke sigaraya hiç başlamasaydın… Keşke o iş teklifini kabul etmeseydin... Keşke daha cesur olsaydın… Keşke aramak için bu kadar beklemeseydin… Keşke aldatmasaydın... Keşke arkana bile bakmadan gitmeseydin... Keşke…
Sahi, niye bunu yapıyoruz ?
Niye konuşmuyoruz ?
Ve erteliyoruz…
Ara ara bana yazanlarınız oluyor… ‘Hislerime tercüman oldun’ diye ! Mesela bu kentin tarihine ve kültürüne dair yazıları kaleme alıp sizlerle her paylaştığımda, ‘işim nedeniyle konuşamıyorum’ diyeniniz o kadar çok ki ? ‘Konuşursam, kaybedeceklerim fazla’ diyen de…
Tamam da, nereye kadar ?
Akan hayata bakmak, nereye kadar ?
Yanı başından geçip gitmek, daha ne kadar ?
Var mı bir süresi ?
Korkularımızın bitişi !
Rıfat Ilgaz’ın Hoca Nasrettin ve Çömezleri buna dair…
“Hocam,” dedi,
“bir sorum var sana."
"Sor, evlat!”
“Bu Hazreti İsa var ya…
Ne yer ne içer göğün dördüncü katında?"
Kızmıştı hoca.
Yürüyüp gitmek istedi,
gönlü razı olmadı.
"Behey uğursuz oğlu uğursuz,” dedi,
“şu kadar zamandır bu köydeyim,
daha bir gün hocamız ne yer ne içer, sordunuz mu hiç?
Tanrı'nın buyur ettiği İsa, onun yanında aç mı kalacak?”
Biliyor musunuz, hayat da böyle bir şey ! Aynen böyle bir şey… Sahi, ne yer ne içer, sordunuz mu hiç? Her gün yanı başından geçip giderken, ona hiç dokundunuz mu ? Yoksa YANARIM diye korktunuz mu ? Soruyorum ! Hele ki bu KENT adına… İçinde yaşadığınız bu koca kent adına ! Kendinize aitmiş gibi hissettiğiniz, ama size ait olmayan KELİMELER adına… Sahiplenmeniz güzel, ama… Kendi kelimelerinizle KONUŞUN ! Ama artık KONUŞUN ! Bildikleriniz için KONUŞUN ! Gördükleriniz için KONUŞUN ! Yanlışında şahitlik ettiğiniz için KONUŞUN ! Bu şehrin gözlerine bakın ve KONUŞUN ! En çok da bunun için KONUŞUN !
Çünkü en büyük borcunuz bu şehre…
Yakılıp, yıkılan kent kimliğine…
Yanlış idare edilen tüm değerlerine…
Eski Roma’sına, kadim topraklarına…
Çöken, yok olan evlerine, sokaklarına…
Sorgusuz, sualsiz betona teslim ruhuna…
Borcunuzu ÖDEYİN !
Ve ödemek için artık KONUŞUN !