Dünün hikayesinde durmak Bugünü böylelikle anlamak
Biliyor musunuz ?
İncil’in ilk emri SEV,
Tevrat’ın YAŞAT,
Kur’an’ın OKU;
Bugünün dünyasında ne kadar SEVDİĞİMİZ, ne kadar YAŞATTIĞIMIZ ve ne kadar OKUDUĞUMUZ tartışmasında durmayalım ama, her 3 noktada da duranlar olarak, şu koca hayatı hangi ara bu kadar çekilmez kıldığımız kısmında biraz düşünelim !
Kabul edelim mi, TÜKETME konusunda kimseler elimize su bile dökemiyor…
O yüzden bugün biraz eskilere gidelim…
Eskilerden kısa bir hikaye okuyalım…
Kurtuluş Savaşı yılları olsun ama…
Unutmadan, içinde biraz “SEV”, biraz “YAŞAT”, biraz da “OKU” var !
O yüzden, sadece okumayın…
Her kelimesinde mola alın…
Resimler çizin kafanızda…
Film çekin hayalinizde…
BEN olsaydım, deyin…
Ve o anı yaşayın…
O anı hissedin…
Başlayalım mı ?
Sene 1919, İstanbul…
Kurtuluş Savaşı yılları…
-
1919 yılı idi. İstanbul baştan aşağı İngilizlerin işgali altındaydı. Liseyi yeni bitirmiştim. Güzel bir kızdım.
Dünür gelmeye başladılar.
Biri avukatmış. Gösterdiler uzaktan, boylu poslu yakışıklı bir delikanlıydı, beğendim. Nişanlandık. Nişanlımı seviyordum. Mutlu bir yuva kurmak hevesi ile lamba ışığının altında sabahlara kadar oyalar örüyor, çeyizler hazırlıyordum.
Ama çok geçmedi ki, mahallede bir dedikodu yayıldı.
(Ayşe’nin nişanlısı avukat değilmiş, ipsizin biriymiş, üstelik cami önlerinden tabut taşıyarak karnını doyuruyormuş) dediler. Alt üst oldum. Babam götürdü, uzaktan izledik, gerçekten de tabut taşıyordu…
Yıkıldım.
Nişanı atıp, ayrıldık.
Aradan 5 yıl geçti. Evlenmiştim, bir de çocuğum olmuştu. 1924 yılıydı. Artık ülkemiz özgürdü. Bir gün Beyoğlu’nda rastladım ona. Oğlum yanımdaydı. Beni görünce titredi, ceketini düğmeledi. Saygı göstererek durdu önümde.
-Vaktiniz varsa size bir çay ikram etmek isterim, dedi.
-Olur, dedim.
Bir büroya girdik.
Burası bir avukatlık bürosuydu ve kapıda adı yazıyordu. İçerde yardımcıları çalışıyordu.
-Siz gerçekten avukat mısınız, dedim.
-Evet, dedi.
-Peki, avukatsınız da, neden cami önlerinden tabut taşıyordunuz, diye sordum.
Durdu, başı öne eğildi.
-Beni affedin, dedi... ‘İstanbul işgal altındaydı, her taraf İngiliz askeri kaynıyordu. Her şeyi didik didik arıyorlardı. Biz de Anadolu’ya, milli kuvvetlere, ancak cenaze süsü vererek, tabutlarla silah kaçırıyorduk. Bu ülke için hayati bir işti. Bunu size bile söyleyemezdim…’
-
Evet…
Bir zamanlar VAZGEÇMEK böyle bir şeymiş…
O zamanlar ne PARTİ ne YANDAŞLIK varmış…
O zamanlar, ÖNCE VATAN’mış…