Bugününü arayan dünde konaklayan Umudu ise hep yarında kalan
Geçen gün, ufak bir hikâyeye denk geldim… Hayatının aşkını kanserden kaybeden birinin kaleme aldığı ufak bir nottan ibaret bir şeylerdi, yazılanlar… O ana kadar fark edemediği kayıp zamanlardı, şikâyet edilenler… KEŞKE denenler… Bir daha geri dönebilseydim, diye başlayan hayıflanmalar… “Bir araya getirdiğim harfler beni anlatmaktan uzak” diye eklenenler…
Kaybedilen BUGÜN’ü anlatırken…
DÜN de vardı kayıplar arasında…
Ve yaşanabilecek YARIN da…
…o DÜN, BUGÜN ve YARIN üçgeninde bir başka şey daha okudum… Zamanı bölen insanoğlunun, kendi eliyle yarattığı karmaşanın tam içine daldım anlayacağınız… Eksik bıraktığımız DÜN’ü, bolük pörçük BUGÜN’ümüzü ve hep uzağında kaldığımız YARIN’ınımızı anlama fırsatı buldum…
Nasıl mı ?
-
İnsanlar, güneş doğup batıncaya kadar yaşıyorlardı hayatı…
Derken, zaman denilen üç parçalı bir şey icat etti insan…
Bir parçasına ‘dün’ dedi, diğer parçasına 'bugün’, öteki parçasına da 'yarın’…
Sonra fesat karıştı zamana ve insan, bugünü unuttu…
Dünü düşünüp pişman oldu, yarını düşünüp telaşlandı…
Ama işin ilginç tarafı, tüm telaş ve pişmanlıkları güneş doğup batıncaya kadar yaşandı…
Farkında olmadan rezil etti bugününü…
Oysa yarın, bugüne dün diyor;
Dün de, bugün için yarın diyordu…
Bir türlü beceremedi…
Bir eliyle yarına, diğer eliyle düne yapıştı…
Bugünü ise eline yüzüne bulaştırdı…
Mutsuz oldu insan…
Ve ne gariptir ki, yarının telaşını da, dünün pişmanlığını da,
Hep bugün yaşadı, ama bugünü hiç yaşayamadı…
Ne yarın, ne de dün!
-
Sizi bilmem ama…
Aynı üçgende koşup duran hepimizi anlatıyor bu kelimeler…
Hatta bu durum, bir yazarın dediği gibi…
-
Sandım ki; koştuğum her yere yetişirim, kaçtığım her şeyden kurtulurum, hiç durmadan kazırsam da aradığımı elbet bulurum... Sonra, işte gecenin bilmem kaçında… Koştuğun yerden uzakta, aradığın hiçbir şeyi bulamamışken, bağdaş kurup oturuyorsun... Üzerinde, teslim olmanın ferahlığı var gibi…
-
Sanırım bu teslimiyet, zamanı bölmeden, keşfedilmiş ÖZGÜR bir teslimiyet…
Ne BUGÜN’e…
Ne DÜN’e…
Ne de YARIN’a…
Sadece ZAMAN’a…
Yaşanan o AN’a…
Aksi halde yaşanan her teslimiyet bir kayıp, bir acı yaratıyor… Aynen, hayatının aşkını kanserden kaybeden birinin kaleme aldığı o baştaki hikâye gibi… Hani BUGÜN’ünü arayan, DÜN’de konaklayan, umudu ise hep YARIN’da kalan…
Boşuna dememişler…
-
Neyi yitirmişse, en güzel onun türküsünü söylermiş insan…
-
Anadolu’nun acı dolu yüreğinin yanık türküleri de bundan mı ?
O dün, bugün, yarın hikayesinden mi ?