Bugün, iki tane listem var Biri KEŞKE, Biri İYİ Kİ
-
Şimdi, yine çok iyi bildiğim caddeleri arşınlıyorum… Doğup büyüdüğüm şehirde, bir yabancı gibi hissediyorum kendimi… Sanki, ben burada doğmadım, burada büyümedim... Ruhum, öylesine boş ve soğuk !
-
…demiş ya Cengiz Aytmatov,
geçenlerde Antakya’da adımlarken, böyle düşündüğümü fark ettim !
Bu kentin kaybettiği zamanları…
Ona kaybettirilen anları…
Buna dair yazışlarımı…
Biriken haberlerimi…
Deyişlerimi…
Yıllarca hem de…
Haklısınız, değişmedik, hem de hiç !
Öyle ki, ‘İNŞAALLAH’ demişiz hep !
‘HALLEDERİZ’i ise unutmamışız !
‘BAKARIZ’ da olmuş listemizde !
‘DERT ETME’ de tabi ki !
Ve…
KEŞKE denilenlerimiz artmış !
İYİ Kİ dediklerimizse, elde avuçta kalabilenmiş !
Tamam, bugünün hikâyesine geçelim…
Ama önce, kısa bir not;
-
Bu dünyaya geldiğinde, ilk şunu öğrenmeli insan:
…iyi biri olmak, sevilmek için asla yeterli değildir !
Dünyanın tüm yalnızlarını bir meydanda toplasak mesela, içlerinde kötü bir insan bulma ihtimaliniz çok düşüktür… Çünkü hiçbiri, toplumun onlardan beklediği kötülükleri kendilerine yakıştıramamıştır… Yalan söylemeyi beceremeyenler, gösterişten kaçınanlar, rol yapamayanlar, sürüyü takip etmek istemeyenler ve hayatı fazlasıyla sorgulayanlar, daima yalnızdırlar !
İyi biri olmak, sizi popüler de kılmaz ! Aksine, toplum nazarında sizi bayağı ve sıkıcı gösterir… Şeytan tüyü dedikleri şeyin bir mantığı var… Nitekim, kötülüğün daima bir cazibesi olmuştur… Kumarın, riske girmenin ve tahmin edilemeyene yönelmenin cazibesi… Zira insan, ana yolda olanı basit bulur ! Patikalardaki insanlara göz diker !
Kimse, sizi iyi olduğunuz ve sevilmeyi hak ettiğiniz için sevmez ! Sevgi, sizde olanın bir başkası tarafından görünmesiyle değil, sizi seven kişinin ne gördüğüyle ilgilidir… Ne eksik, ne fazla !
-
Bu kentin hikayesi de bu, belki de !
Ona bakanların ne gördüğüyle ilgili, o hikaye !
Geçen gün, Türkiye’nin ve dünyanın her yerinden insanları 1 Nisan’daki EXPO açılışı için Hatay’a davet edenleri konuşurken, içinde yaşadığımız bu kentin yorgun halinde durduk defalarca… Ahşap ve taş evlerinin üzerindeki BU EV YIKILABİLİR şeklindeki yıllarca hiç değişmeyen belediye uyarı yazılarında, ESKİ KENT denenin içinde sökülmek için bekleyen asfalt yollarda, DEMİR KAFES içine alınan çökmüş DÜN hikayelerinde, iki ayrı belediyenin KURTARMA projeleri arasında YAP-BOZ halinde ilerleyen bir KADİM yığınında, sloganlara kurban edilen koca bir balonda, meydanından indirilmek zorunda kalınan 3 semavi dinin simgesinde, sermayesinden yenile yenile BENDE ARTIK BİRŞEY KALMADI dedirtende, ona yaşatılanlardan ötürü ARTIK YAKAMDAN DÜŞÜN diyende…
Evet…
AÇILIŞA HAZIRIZ, diyenlerin şehrindeyiz !
Yine de merak ediyorum…
Bu, nasıl bir HAZIR olma hali ?
Herkesin birbirini o HAZIR OLMA hali yüzünden TEBRİK edip ALKIŞLADIĞI bir zamanda, garip bir halüsinasyon hali gibi, yaşadıklarımız ! Ya da, “…içine döküldüğümüz kapların şekillerine bürünüp, çoğu zaman kendimize yabancı yaşıyoruz” diyen gibiyiz !
Bizden isteneni yapıyoruz…
Bizden istenen gibi yaşıyoruz…
Anlayacağınız,
KRAL da çıplak, BİZ de çıplağız !
‘ÇIPLAKSINIZ’ diyen de kalmadı gibi !
Sorun da bu mu ?
Düşünün !