Birikiyoruz birikmesine de Bu kadar birikene ne oluyor
Sanırım daha önce de hatırlattım size, ama emin değilim… Filiz Özdem’in bir kitabı var, adı ‘Düş Hırkası’… Aslında okunması gereken o kadar çok kitap var ki ! Bu da onlardan biri… Hani Jo Walton’ın dediği gibi;
“Doğru, bu dünyada gerçekten de kötü şeyler var, ama aynı zamanda harika kitaplar da var…”
Özdem, sayfaları arasında çok şey dese de, benim durduğum bir paragraf var…
Orada der ki ;
“Hiçbir şeye sesini çıkarmazdı, ama içinde, sesini çıkarmadığı şeylerin sesi birikirdi. Bir ses kumbarası gibi tıka basa dolardı içi… Söyleyemediği, üzüldüğü, yokluğunu hissettiği, anlayamadığı, yüzleşemediği, kızdığı, alındığı, göstermediği gözyaşlarının sesiyle. Bütün sesler, kim bilir nasıl bir infilakla, metal ve parlak gülleler olarak ortalığa saçılacakları günü dipte, haince göz kırparak, sinsice beklerdi.”
Geçen gün bir arkadaşım da buna dair bir şeyler söyledi… ‘İçimde biriktirdiğim o kadar şey var ki!’ diye… Bu durum hepimizde de aynı mı ? Siz de biriktirenlerden misiniz ? İster istemez birikenlerin kontrolünü elden kaçıranlardan mısınız ?
Peki, daha çok ne biriktiriyorsunuz ?
Açıklayamadığınız sevgileri mi, belki de aşkları ! Yoksa öfkeleri mi ? Belki de o öfkelerin bastıramadığı çığlıkları ! Her şeye OLUR diyen, ama aslında KABUL ETMİYORUM diye delicesine bağırmak isteyen korkaklığınızı mı ? İSTİFA EDİYORUM demenin ve kapıyı çarpıp çıkmanın cesaretinden hep bir adım geriye düşen kararsızlıklarınızı mı ? ‘Bir kişiye daha -sana güveniyorum- diyecek mecalim kalmadı’ noktasında derinleşen umutsuzluklarınızı mı ? Hangisini ?
Bir Yazar der ki… “Dünya ile aramızda bir anlaşma var... Öyküyü ben yazıyorum, o bitiriyor ! Hayali ben kuruyorum, o yıkıyor !”
Birikmesi de bu yüzden mi ?
İpin ucunu kaçırmamızdan…
Belki de kaybetmemizden…
Oluruna bırakmamızdan…
Ve kader dememizden…
‘… Dünya, gözyaşlarımın içindeydi artık… Dünya bulanıktı, dünya ıslaktı ve dünya, kalın uğultular eşliğinde, etrafa buğular saçarak, hafif hafif titriyordu.’
Hasan Ali Toptaş’ın ‘Kuşlar Yasına Gider’ kitabından bu son cümle de… Bize kalandan… Hani elde avuçta kalandan… Damla damla birikenden… Ama bir şekilde parmaklarımızın arasından kayıp düşenden… Düşüp de parçalara ayrılandan… Ama iyi başlayıp kötü bitenden… O yüzden de hep birikenden !
Belki bir gün sıkılırız…
Biriktirmek yerine, konuşuruz…
Kendi kelimelerimizle konuşuruz…
Öfkeli heyecanlı, sıkıcı, ama konuşuruz…
Konuşur, anlatırız ve paylaşırız…
Ağırlıklarımızdan hafifleriz…
Doğru bir soru aslında… Hani, ‘Bir kitabın giriş cümlesi, çıktığımız yolda bizi nelerin beklediğinin, sonraki sayfaların ve son satıra kadar hissedeceklerimizin habercisi olabilir mi?’ diyen sorudan bahsediyorum… Hafiflemek için belki de giriş cümlelerimizi değiştirmemiz gerek ! Bizi hayata anlatan cümlelerimizi netleştirmemiz gerek ! Hepsinden de önemlisi, durup hayatı görmemiz gerek… Bize ait olanı… Yanı başından hızlıca geçip gittiklerimizi… ki o geçip gittiklerimiz arasında KENDİMİZ de varız !
Farkında mıyız ?
Kürk Mantolu Madonna’da Sabahattin Ali ne güzel söylemiş… “Yarın öldüğümüz zaman birisi bize sorsa, ‘Dünyada neler gördünüz?’ dese, herhalde verecek cevap bulamayız… Koşmaktan görmeye vaktimiz olmuyor ki…”
Keşke bir de kendimiz için koşuyor olsak !
Onca çaba, ter ve emek kendimiz için olsa !
Ama değil !
Başkaları için yaşarken birikiyoruz demektir bu…
Başkaları için yaşarken biriktiriyoruz demektir…