BİR MÜZE AMA BİTKİSEL CANLANDIRSAK MI ?
…Başımıza gelebilecek en acıklı durumlardan biri, bir gün ansızın ağaran saçlarımız ve kırışıklıklarla dolmuş yüzümüzle kısır bir çalışma yaşamının sonuna geldiğimizi görüp, geçmiş yıllar boyunca tüm beceri ve yeteneklerimizin yalnızca çok küçük bir bölümünü kullanabildiğimizin farkına varmaktır.
Güzel demiş, V.W. Burrow…
O zaman o fark etme işinden başlayalım bugün, hatta başlamakla da kalmayalım, eldekinin kapısını tıklatıp içeriye girelim, ardından odaları gezelim, elde ne var ona bir bakalım, o eldekini nasıl değerlendirmişiz biraz fark edelim, sonunda da toplama-çıkarma yapıp netleşelim…
Evet…
Nerede miyiz ?
Burası, Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Müzesi…
19. yy da inşa edilmiş 2 katlı eski bir Antakya Evi…
Taşın ve ahşabın kentinin ayakta kalabilmiş hayali…
Bu görkemli girişin garip olan tarafı ile başlayalım o zaman…
2012 yılında restorasyonun tamamlanması sonucu ziyarete açılan Türkiye’nin ilk Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Müzesi’nden bahsediyoruz, önce bu kısmı netleştirelim, ama netin GRİ kısmını da unutmayalım…
Niye mi ?
Ziyarete açtığımız şeyin RESMİ bir açılışının halen yapılmamış olması NE GARİP değil mi, hele ki KURDELE kesmeye meraklı bir coğrafyanın insanları olarak bunu unutmuş (!) olmamız, hatta birbirine PLAKET verme heveslilerinin ülkesinde bunu ES (!) geçmiş ve TELAFİ de etmemiş olmamız…
Resmi açılışı yapılmamış bu koca taş yapının içine girelim o halde, ama bunu yaparken de eldekinin resmini çizelim bir güzel, hani o taş duvarları, 2 kata dağılan odaları, 280 tane tıbbi ve aromatik bitkinin özenle hazırlanmış cam kavanozlarda sergilenen estetiğini, odalardaki koca pencereleri kapatan eşsiz Antakya perdelerini, hele ki hülasa adı verilen odadaki bitkisel yağların kokuları ile sizi adeta mest eden halini, dışarıdaki dünyadan çok başka bir dünyanın sizi kucaklayan samimiyetini, ama sessizliğini de, kendi haline bırakılmış yalnızlığını da, size sorular sordurtan çaresizliğini de, eldekinin görkemine kendini tutsak eden yalınlığını da…
O yüzden…
Eleştirilerimiz olsun bugüne…
Eldeki Müze’ye değil, yönetenlere…
Aslında Müze’yi yönettiğini sananlara…
Denilene göre, ilk açıldığında 2 Lira giriş ücreti varmış, hatta öğrenci de 1 liraymış, ki girerken verdiğiniz ücretin karşılığında da bir fincan/bardak bitkisel çay ikramı yapılıyormuş, ama nedendir bilinmez bu ücret kalkmış, ardından da o ücrete ekli o bitkisel çay da…
Açık ve net, muhteşem bir yer, ama SIKICI !
Hatta öyle ki, olması gereken hiçbir şey YOK !
Mesela mı ?
Düşünün bir kere…
1800’lü yıllardan kalma eski bir taş yapı var elinizde, bugüne kalan haline eklediğiniz de başarılı bir restorasyon, ardından binanın Müze olarak düzenlenmiş hali, yüzlerce çeşit bitki, ortasında ağaçlar olan kocaman bir avlu, dışarıda akıp giden yaşama inat huzur veren bir dinginlik, ama…
Sıkıcı ve sizi orada tutacak EK hiçbir şey yok !
Hatay Arkeoloji Müzesi’ne gittiğinizde dahi sizi sadece tarihi emanetler karşılamaz, ama onlara ait süreçleri anlatan film gösterimleri karşılar, hatta bir kafesi vardır, hediyelik eşya satan bir dükkanı da, sizi dünden bugüne yolculuk ettiren bir atmosferi de, bunun için ortaya konmuş bir çabası da, ki bilinir, bunlarsız PAZARLAMA olmaz !
O halde şöyle yapsak mı mesela;
Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Müzesi’nde madem eldeki bitkisel zenginliğimizin örneklerini paylaşıyoruz, gelen misafirler o örneklerin çaylarını da içebilsinler, hatta bırakalım içeride biraz zaman geçirsinler, sergilenen bitkisel yağlardan şık örnekler de satın alabilsinler, kapıdan çıkarken yanlarında Müze’ye dair sohbetlerini de taşıyabilsinler, eldekinin zenginliğine ekleyebileceğimiz nefesi ve hareketi de…
Son bir şey daha…
Eldeki Müzeleri Kültür Müdürlüğü kontrol etsin, Tarım İl Müdürlüğü değil, yoksa DURUM gerçekten de VAHİM !