Bir kitap okudum Adı Anadolunun Evlatları
Dendiği gibi…
Anlatıldığı gibi…
Cumhuriyet döneminde, nüfus mübadelesi ve göçlerle Türkiye'ye gelen insanlardan çok daha fazla sayıda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, özellikle de 6 - 7 Eylül 1955 olayları sonrasında Avrupa ülkelerine, Amerika'ya, Kanada'ya, Avustralya'ya, dünyanın dört bir yanına… Kimi gönüllü, kimi gönülsüz, göç etti, göç etmek zorunda kaldı… Peki bitti mi bu ayrılış hikayesi ? Yok ! Devam etti ! 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerinden sonra binlerce Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, bu defa siyasi nedenlerden dolayı Batı Avrupa ülkelerine iltica etti…
Peki, onlar gidince hikaye de bitti mi ? Yok ! Devam etti ! Ama hüzünle ! Gözyaşıyla ! Dudakların, anlatırken titrediği hikayelerin fısıltılarıyla ! Düne dair anıların ağırlığıyla !
Okuduğum, okudukça içinde kaybolduğum son kitap, buna dair… Son yüzyılda, mecburiyetten, gözleri arkada kalarak Türkiye'den ayrılmış, dünyanın dört bir yanına savrulmuş insanlardan otuz altısının gerçek hayat hikâyelerinden oluşan ve Kemal Yalçın tarafından kaleme alınan hayatlar, buna dair… Vatanlarından ayrılmak zorunda bırakılanların vatan hasreti buna dair…
Dendiği gibi… Anlatıldığı gibi… "Anadolu'nun Evlatları-Yüzyılın Tanıkları" kitabında hayat hikâyeleri yayınlanan insanlar, vatan hasretiyle, geçmişlerinin acı-tatlı hatıralarıyla yaşayan Anadolu'nun ÖZ evlatları… Her biri, son yüzyılın CANLI TANIKLARI...
Okumak lazım, ki unutulmasın…
Okumak lazım, ki bu acılar bir daha yaşanmasın...
Onlar, Kürt…
Onlar, Türk…
Onlar, Rum…
Onlar, Ermeni…
Onlar, Arap…
Onlar, Laz…
Onlar, Zaza…
Onlar, Süryani…
Onlar, Alevi…
Onlardan biri, hayatı kitaba girenlerden, Herman Hintiryan… Almanya’da Duisburg-Essen Üniversitesi Türkistik Bölümü’nde düzenlenen bir etkinlikte anlatmış… Anlatırken hüzünlendirmiş, ağlatmış…
“… Benim adım Herman Hintiryan. Aslım Ermeni… Ailem Anadolulu… Amerika, Detroit’de yaşıyorum. Kuyumculuk sanatı ile iştigal ediyorum... Kimliğimde 45 yıldır ABD vatandaşı yazsa da, vatanım Türkiye ! KALBİM, köküm her daim İstanbullu’dur ! Yaş kaç olursa olsun, kartvizitte ne yazarsa yazsın, cüzdanda kaç kredi kartı olursa olsun, dünyanın en güzel ülkelerinin, en güzel otellerinin kral dairelerinde dahi kalınsa ; şu anda bu nezih topluluktaki her biriniz gibi ben de sıla özlemi ile bağrı cayır cayır yananlardanım ! Ben, vatanımdan ayrıldığımda 17 yaşındaydım... O yaşta bir çocuk neden canından çok sevdiği anasını, babasını, tek kardeşini, evini, mahallesini, arkadaşlarını, sıcacık yuvasını terk eder ? Macera için değil elbette...
Babam şefkatli, dikbaşlı, hünerli, ülkesini, doğduğu toprakları seven, onuruna düşkün, aziz, yokluğu boşluk yaratan bir adamdı… Annem ise aklı başında, bilgili, görgülü, her anne gibi çocuklarına kol kanat geren, ailesine düşkün bir kadındı…
Bizim evimiz sevgiyi, saygıyı öğreten bir okuldu... Düşmanlıklar, kin, nefret, öfkeler, hırslar, intikamlar ve isyan bizim ailemizde, yuvamızda hiç yer almadı... Geçmişi, haksızlıkları, olmaması gereken ama olanları bildik, vakuriyet ile, başımızı dik tutarak, bildiklerimizi yarınlarımıza temel ettik... Vatanımızı, Türkiye’yi, çok ama çok sevdik ! …”
Bitmedi…
Okumaya devam…
“Sevgili Kardeşlerim ! Ben; yuvamı, vatanımı, İstanbul’umu terk etmedim... Ben, bana ‘Bu adla olmaz!’ diyen zihniyeti, onurlu, şerefli, hünerli babamı ‘Gâvur’ diye aşağılayan bağnazlığı, cehaleti, anlayışsızlığı, sevgisizliği terk ettim ! Ben; doğduğum yuvamı, çocukluğumu, mutluluğumu, hayatımı, hatıralarımı ve istenmezliği terk ettim ! Terk etmek zorunda kaldım ! Aradığım, bir damla huzur, bir avuç huzurlu topraktı !”
Sadece o mu anlattı ?
Ohannes Garavaryan da…
Agop Yıldız da…
Daha fazlası da…
Çok daha hüzün dolu kelimelerle Anadolu’yu anlattılar… Bir zamanların Anadolu’sunu anlattılar… Geride bıraktıklarını anlattılar… Aslında bugüne ekli Anadolu’nun ne kadar eksik bırakıldığının fotoğraflarını paylaştılar… Ve eksile eksile ilerlediğimizin şahitliğinde durup bizlere UYANIN demeye devam ettiler…
Merak ettim…
Uyandınız mı ?
Biraz olsun uyandınız mı ?