Bilmek acıtıyor bazen Öğrenmesem daha iyiydi diyorsun
Tiyatro sizin için NEDİR bilmiyorum ama… Benim için, HAYAT ! Fısıltılarla dolu yaşamın PERDE deyip gerçeği haykırdığı büyülü bir SAHNE ! Repliklerin ezberinde duran oyuncuların bizlere dair tuttuğu aynaların kalabalığında, BEN ! En çok da… “Bir insanı güldürebileceksek, dünyanın palyaçoları olmaya gönüllüyüz... Çünkü dünyanın şu anda biraz fazla ciddi olduğunu düşünüyoruz” diyen John Lennon ! Ve… “Bütün iyi kitapların sonunda, bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda… Meltemi senden esen, soluğu sende olan yeni bir başlangıç vardır…” diyen Edip Cansever !
Çünkü SAHNE; nefestir, umuttur, özgürlüktür…
Öyle ki… Bağıra bağıra haykırır suratına tüm gerçeği… 3 Maymunun kapalı gişesinde TUTUKLU ruhunu ve bedenini zincirlerinden koparabildiğin dünya üzerindeki tek coğrafyayı sunar sana… Tüm sorularına cevap bulabildiğin tek sorgu odasıdır hatta… Yaşama gözlerinle şahitsindir orada…
Ve sen, mutlusundur…
Hayatı izlerken, mutlusundur…
O daracık sahnenin sihrinde mutlusundur…
Ne zaman tiyatroya dair konuşsam, Münir Özkul’un, Haldun Taner’in “Sersem Koca’nın Kurnaz Karısı” isimli oyununda seslendirdiği o muhteşem tiradı gelir aklıma… Merhum Özkul der ki orada ;
*
“Zaten aktör dediğin nedir ki ? Oynarken varızdır, yok olunca da sesimiz o boş kubbede, bir hoş sada (seda) olarak kalır... Olsa olsa eski program dergilerinde soluk birer hayal olur kalırız... Görooorum, hepiniz gardroba koşmaya hazırlanıyorsunuz... Birazdan teatro bomboş kalacak... Ama teatro işte o zaman yaşamaya başlar... Çünkü Satenik’in bir şarkısı şu perdelerden birine takılı kalmıştır... Benim bir tiradım şu pervaza sinmiştir... Hiranuş’la Virjinya’nın bir diyaloğu eski kostümlerin birinin yırtığına sığınmıştır... İşte bu hatıralar, o sessizlikte saklandıkları yerden çıkar, bir fısıltı halinde yine sahneye dökülürler... Artık kendimiz yoğuz... Seyircilerimiz de kalmadı... Ama repliklerimiz fısıldaşır dururlar sabaha kadar... Gün ağırır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır... PERDE...”
*
Bu tiradı okurken kendimi kötü hissettim desem… En çok da, İstanbul Yeditepe Bienali'nin açılışı için Ayasofya Müzesi'nde düzenlenen törende konuşan Erdoğan’ı dinlerken…
İstanbul Taksim Meydanı’nın bir köşesinde hafif YIKIK haliyle kaderinin NE olacağını bekleyen Atatürk Kültür Merkezi (AKM) için konuşmuş Erdoğan ! GEZİCİLER demiş, AKM’yi işaret ederken ! Bugün NİYE bu halde, ONU işaret etmiş ! Hikayenin finalini ise fısıldıyıvermiş !
Dediği mi ?
*
Bu tepeden inmeci anlayışın bugün de bazı sanat çevrelerinde devam ettiğine inanıyoruz... Kendi ideolojilerini paylaşmayan sanatçılara yönelik en şiddetli saldırılar yine bunlardan geliyor... Gezi olaylarına destek vermeyen sanatçıların neler yaşadıklarını biliyoruz... Bunlar, milletimizden yedikleri onca şamara rağmen akılları başlarına toplamıyorlar... Gezi'de yaptıklarını Afrin için bölgeye giden sanatçılarımıza yaptılar… Bugün aynı ahlaksızlığı, aynı haydutluğu sergilediler... Sanatçılarımızın Mehmetçiğe moral vermesine dahi tahammül gösteremediler… Sırf YERLİ, MİLLİ DURUŞ sergilediler diye edilmedik hakaret bırakmadılar... Bunların lümpen mahalle kabadayılarından faydaları yoktur.
AKM için de çok bağırdı GEZİCİLER... İstediğiniz kadar BAĞIRIN ÇATLAYIN PATLAYIN, yıktık... Aynı şeyi Ankara'da yaptık... Cumhuriyet tarihi boyunca bir tane eser ortaya koyun be... Demek ki bizi beklediler...
*
Evet…
AKM’nin YIKIK haline NEDEN bulundu ! YIKIK, çünkü GEZİ’yi fısıldıyormuş ! Sahnelerin perdesi KAPALI, çünkü çok konuşuyormuş ! Diyen haklı galiba… Anlatmaya çalışmaktan boğazının patladığı her şey boşuna... Ne yaparsan yap, neyi denersen dene, en sonunda sessizleşiyorsun, böyle biri haline getiriliyorsun, ZORLA… AKM’nin hali de buna dair… AKM’ye bakıp da iç geçiren bizlerin hali buna dair…
Ama bu hal İÇİMİZİ ACITIYOR desem !
Hele ki sahnede biriken BEN adına…
Ve paylaşılan o TİRAD adına…