BEŞİKLİ MAĞARADAN TİTUS TÜNELİNE SORGU ZAMANI
Geçtiğimiz hafta sonu Samandağ’daydım, ki sabahın erken saatlerinde önce Vakıflı’da, ardından Beşikli Mağara ve Titus Tüneli’nde, geri döndüğümüzde öğleden sonrayı, hatta akşamı bulmuştu, ama keyifli bir gündü, şehrin kalabalığından uzakta, dünü fısıldayan taş yapıların arasında, yaşamı size unutturan bir yalnızlığın ortasında, adımlarınız olabildiğince özgür, nefesiniz olabildiğince derin ve zamanın sınırı olabildiğince sonsuz…
İtiraf edeyim, şehrin, sizi törpüleyen ve çokça da eksilten trafiğinden uzaklaştıkça, epic bir müziğin notalarında ilerler gibi hissediyorsunuz kendinizi, destansı bir hikayede rol almış gibi hatta, ki o yüzden tavsiye ederim, içinde yaşadığınız kenti keşfe çıkın, henüz VARlarken, YOK olmamışken, hele ki onlara dokunup fısıldadıkları hikayelere kulak dayama şansınız elinizden alınmamışken…
Niye mi ?
O zaman başlayalım… !
Aslına bakarsanız, Beşikli Mağara’dan Titus’a uzanan o yol boyunca beni rahatsız eden o kadar çok şey oldu ki, sıralamak zor, ama en çok da sahipli görünen SAHİPSİZLİĞİMİZ, tapulu gibi görünen İŞGALLERİMİZ, hele ki resmi gibi görünen KADERE TESLİMİYETİMİZ…
7 ay kadar önce yine oradaydım, yine haber yapmak için, yazmak için, fotoğraflamak için, olan biteni resmetmek için, sorumlu olanlara hatırlatmak için, BELKİ DÜZELİR diye, düzelir ve YENİLENİR diye, hatta korunur KOLLANIR diye…
Değişen mi ?
Hiç…
Koca bir HİÇ… !
Binlerce sene öncesinden bugüne kadar nefes alabilmişlerin bizden sonraki halleri adına UTANDIM aslında, bizden sonraki nesile ne kadarlık kısmının kalabileceğini düşündükçe de korktum; kendi adıma, SORUMLU gibi görünen makam sahipleri adına, gelen misafirlerin gözünde düştüğümüz haller adına, iş slogana gelince MANGALDA KÜL bırakmayanlar adına…
Ama gülümsedim de !
Niye mi ?
7 ay kadar önce yaptığımız haberde en çok eleştiriyi isim tabelaları noktasında yapmıştık, ki değişmişler, değiştikleri kadar ama, değişimi ise eski halleri üzerine yapıştırılan bir kat kağıt ile tamamlamışlar, eski yazıları yine seçiliyor alttan alta, ki yenisini yaptırmak zor gelmiş anlaşılan, ama unutmuşuz yine, Türkçe kadar gerekli olan İngilizce’yi, yön gösterirken DİĞERLERİNİ de düşünmeyi…
Ve yolculuğumuzun ilkindeyiz, Beşikli Mağara’da…
Bizi karşılayan tanıtım tabelasına uzun uzun baktık, çizilmedik yeri kalmamış yorgun ve bitmiş haline, yer yer silinmiş harflerine, okumakta zorlandığımız kelimelerine, her gelenin üzerine yazdığı isimlere, karalanan anlamsız işaretlere ve tüm bunların arasında bir türlü bulamadığımız o SAHİPSİZ kalmış eldekinin hikâyesine…
Ardından, kaya mezarları da denen yere indik, bir dönem özenerek yapılan ahşap merdivenlerden, ki son basamakta ahşap zeminin çökmüş hali karşıladı bizi, temizlenmeyen otların insan boyunu aşan halleri de ve tam “mezarları uzaktan izlemeyi sağlayan tahta çitler” diyecektim ki, onlar yoktu, ya sökülmüştü ya kırılmıştı, ama yoktu, olmayınca da gelen giden turistler mezarların içinde ilerledi, hatta binlerce yıllık tarihin üzerinde ÖZGÜRCE yürümenin keyfinde bol bol selfie çekti…
Utandıran hallerimizin fotoğraflarından uzaklaşıp Titus’a ilerledik, ki Allah’tan tünelin hemen giriş kısmındaki çökmüş olan yeri taşla doldurmuş birileri, o yüzden ilerleyebildiğimiz kadar ilerledik, ama ne diplerdeki karanlığı ne de rutubetten kayganlaşan devasa taşları aşabildik ve tünelin sonunu yine göremedik, cep telefonlarımızın ışığında ancak bu kadarını becerebildik, ama düşündük, sahi tünelin içi ışıklandırılamaz mıydı diye, hatta sonuna kadar rahatça yürünebilecek bir sistem düşünülemez miydi diye… !
Unutmadan, hem Beşikli Mağara’da hem de Titus’da duvarlarda yine bolca yazılar karşıladı bizleri, hatta geçen seneden kalanlar, NASILSA umursanmayanlar, ama bizler gibi tarihin merakında ilerleyenleri kahredenler…
Dileriz, bu anlattıklarımız bizim kadar UTANDIRMIŞTIR sizleri de…
Hatta UTANIP sıkılırsınız diye paylaştık zaten, ki belki değiştirirsiniz diye…
Hem ONLARI hem KENDİNİZİ !