Bekleyenlerden misin Peki, daha ne kadar beklersin
-
Zaman geçsin diye bekle, zamanı gelsin diye bekle… Anlatmak için bekle, anlaşılmak için bekle… Bulmak için bekle, bulunmak için bekle, buluşmak için bekle… Başlasın diye bekle, bitsin diye bekle… Sabahı bekle, geceyi bekle, baharı bekle, yazı bekle, yarını bekle, yeni yılı bekle… Daha iyisi için bekle, daha yenisini bekle... Sabırdan bekle, çaresizlikten bekle, panikle bekle, vazgeçerken bekle... Plan yap bekle, hayal kur bekle... Değişsin diye bekle, dönüşsün diye bekle...
Bir bekle, iki bekle…
Hayat geçsin, önünden geçip gitsin, sen bekle…
-
Bekliyoruz…
Birçok şey için, birileri için…
Erteliyoruz, çokça erteleniyoruz…
Rafa kaldırıyoruz, rafa kaldırılıyoruz…
Ama itirazsız, olan bitene kafa sallıyoruz…
Alkışlar bize, AFERİN !
Ama…
Hani hep dendiği gibi…
-
Kocaman olduk, olgun olduk, beş para etmez deneyimlerle dolduk… Peki “var” olabildik mi ?
-
Sanırım bunu da pek umursamadık…
Şairin dediği gibi…
-
Alıştı gönül, fakat tükendi ömür…
-
2005 senesinden bu yana düzenli olarak köşe yazıları yazan biriyim… bu kentin tarihine dair… bu kentin kültürüne dair… Yerelden ulusala taşınamayan Gastronomi ve EXPO’ya dair… Gözümüzün önünde yitip giden eski Roma’ya dair… Demir kafesler içine alıp unuttuğumuz ahşap evlerimize dair… Tescilli bir kentin orta yerine asfalt döken MİMAR kimliğimize dair… Asi’ye gömülen projelerin yanı başından geçip giden hayatlarımızın ‘SORGUSUZ’ sualsiz hallerine dair… Kesilen ağaçların kentinde konuşmayan çevrecilere dair… Nehrin yatağında beliren binlerce yıllık bir emanetin sahipsizliğine dair… Özensiz yollarımıza dair… Kılavuz çizgilerin üzerine otobüs durakları konduran yöneticilerimize dair… Kadim bir kentin inanç zenginliğini turizmine yansıtamayanlara dair… Salonlara doluşup birbirini delicesine alkışlayanların ceket ilikleyen teslimiyetlerine dair…
Sadece yazmıyorum, ama soruyorum da…
‘YA ŞİMDİ YA DA ASLA’ dediğimiz şeylerin altını çizerken, sorguluyorum da…
En çok da, konuşmayanları… Konuşmayıp bekleyenleri… Bu şekilde VAR olduğunu sananları… Ama böylelikle de koca koca ömürleri tüketenleri…
Diyen ne güzel demiş…
-
Özenle yarına sakladığınız
Bir sarı lira gibi ömrünüz,
Vakti gelip de sandıktan çıkarttığınızda,
Birde bakıyorsunuz ki,
Tedavülden kalkmış…
-
Hiç düşündünüz mü, daha KAÇ SENE yaşarım, diye ! Haklısınız, bunu hiç birimiz düşünmeyiz… Zaten NİYE düşünelim ki ? Hele ki günü yaşarken… Eldekilerin sermayesinde yiyip içmek dururken… ‘Memleketi kurtarmak bana mı düştü’ NAKARATINDA hep bir adım geride beklemişken…
Aslında çok da kalmadı gibi…
Kurtarılacak pek bir şey kalmadı gibi…
Zaten o tek nakarat da unutuldu gitti gibi…
O yüzden rahat olun !
Arkanıza yaslanın ve bu şekilde ‘VAR’ olmaya devam edin !
Bu kent mi?
O da aynı, VAR olma savaşında…
Hali mi ?
“Kabına sığmaz olunca bana koşardı eskiden, ama şimdi bunu yapmıyor… Kırgın… Kırgınlığının nedenini çözemiyorum bir türlü… Artık gözleri çok uzaklaştı, okunmuyor…" dercesine…
Siz boş verin, rahat olun !
Arkanıza yaslanın ve ‘VAR’ olun !