Bakanı dinlerken düşündüm Kendimizi eldekini hikayeyi
-
Belki büyüdüğümüzden ve içimizdeki çocukluk balonlarını uçuramadığımızdan, yüreğimizle değil, gözlerimizle baktığımızdan gerçek dostları bulamıyoruz, insanların sadece dış görünüşüne aldanıyoruz. Birçoğumuz sadece iyi kazanıyor diye sevdiği işi yapmıyor, rakamlara takılıyoruz. Ve hayat koşuşturması içinde, kendimizi, ait olmadığımız yerlerde buluyoruz. Oysa mutluluğun sırrı, insanın yüreğiyle bakmasında yatar…
-
Bugüne biraz kendimizle başlayalım istedim…
Ama bugün yetmez bize, bir ömür gerek…
Kendimizi anlamaya, anlatmaya…
O yüzden, asıl konumuz gelsin !
Evet…
Geçtiğimiz gün, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’u okudum… Anadolu’dan kaçırılan tarihi ve kültürel emanetlerle ilgili verdikleri mücadele konusunda konuşmuş ! En çok da, yurt dışındaki Truva hazinelerinin geri getirilmesiyle ilgili…
Söylediği mi ?
-
Sadece Truva hazineleriyle ilgili değil, aslında tüm yurt dışında tespit edebildiğimiz hazinelerle ilgili bir çalışma var. Açıkçası birkaç ay içinde bununla ilgili bir çalışma daha başlattık. Kaçakçılıkla Mücadele Şube Müdürlüğü'nü 'Kaçakçılık Daire Başkanlığı' şekline getireceğiz. Bununla ilgili kararname hazırlandı, gönderdik. Yani oradaki çalışan ekip sayısını 3-4 katına çıkaracağız. Bütçelerini de 3-4 katına çıkaracağız. Çok fazla eser var ve yoğun bir şekilde çalışma gerektiriyor. Önemli olan, yurt dışına çıkmasını engellemek. Çıktıktan sonra getirmek yıllar sürüyor ve çok da maliyetli. Gerçekten, KENDİNİ ADAMIŞ bir ekibin de bunlarla ilgilenmesi lazım..
-
Siz nerede durdunuz, bilmiyorum…
Ama ben, ‘kendini adamış’da durdum !
Yaptığı işe kendini adamışlarda !
Ardından etrafıma baktım…
İçinde yaşadığım kente…
Yaptığı iş başlığında ‘kendini adamış’ kalabalığımızı aradım…
Eski evlerden dar sokaklara doğru yürüdüm… Ardından, Antakya’nın trafiğe kapalı sokağından içeriye girip, etrafını balkon demirleriyle çevirdiğimiz eski Roma’dan kalma hikâyede durdum… Yetmedi ! Ters yönde ilerledim… Asi boyunca… Karşıma çıkan, bakımsız, kirli, betona bulanmış su kemerlerini izledim…
Ardından da aklıma, Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) Yönetim Kurulu Başkanı Firuz Bağlıkaya’nın, dünyada turizm trendinin ne yönde değiştiğini ifade ettiği şu açıklaması geldi…
-
Bu tür turizmde önemli olan bulunduğumuz bölgedeki değerlerimizi koruyup kollamamız ki turistin istediği şekilde kalalım. Yani çok modern binalar, çok modern restoranlar, Avrupa ile yarışacak tarzda mekanlar bu turizme uygun yerler değil. Daha çok bunlar yerel el sanatları, gastronomi ve kültürüyle yerelliğe önem veren, özen gösteren bir yapıya sahip. Dolayısıyla da bu değerleri bizim korumamız gerekiyor. Bu trendlere hizmet sunabilecek ortamları yaratan kentler, bu pastada çok daha fazla pay alacaklardır. Dolayısıyla biz de bu gezilerimizde özellikle bu tür ürünlere dikkat edilmesi konusunda uyarıyoruz.
-
Tespitler doğru olmasına doğru da…
Bizde durum NE ?
Haklısınız…
Lafa gelince, yerel kültürümüzü koruyoruz !
Ama laf kalabalığının ötesindeki gerçek çok farklı !
Belki de konu, Bülent Ortaçgil’in bir şarkısında dediği gibidir…
Hani demiş ya…
-
Hele bir sev bir insanı,
Yetmeyecek kütüphaneler falan anlatacaklarına,
göreceksin.
-
Belki de sorun da bu !
Bu kenti yeterince sevmeyişimiz !
Seviyor gibi yapıp, hoyratça tüketişimiz !
Ve onu son hızla, ‘bir varmış bir yokmuş…’ hikâyesinin baş aktörü yapma çabamız…