Asfalt üstü trafik arası Bir gastronomi hikayesi
-
Bu devir, SIRADAN insanın en parlak zamanı; duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devri… Kimse, bir şeyin üzerinde durup DÜŞÜNMÜYOR... Kendisine bir ülkü edinen çok az… Umutlu birisi çıkıp iki ağaç dikse, herkes gülüyor… Gülmekle de kalmıyor, “Yahu, bu ağaç büyüyünceye kadar yaşayacak mısın sen ?” diyor… Öte yandan, iyilik isteyenler, insanlığın bin yıl sonraki geleceğini kendilerine dert ediniyor... İnsanları birbirine bağlayan ülkü mü? Tümden yitti, kayıplara karıştı bile... Herkes, yarın sabah çekip gidecekleri bir handaymış gibi yaşıyor… Herkes KENDİNİ düşünüyor... Kendisi kapabileceği kadar kapsın, GERİDE kalanlar isterse açlıktan, soğuktan ölsün, VIZ geliyor…
-
1881’de ölen Dostoyevski’nin 2018 insanlık halimizin fotoğrafını bu denli netleştirebilmesindeki sihir ne sahi ?
Aynıyız…
Ben de bilmiyorum…
O sihir ne, bilmiyorum…
Ama konuşalım istiyorum…
Dostoyevski’nin hikâyesinden uzakta, eldekini… Hafta sonunda gerçekleşen bir ‘gastronomi’ etkinliğini… Antakya Cumhuriyet Anıtı’nın olduğu kavşağın asfaltı ÜZERİNDE, bir tarafı kocaman bir TIR’la ve diğer tarafı da polisin demir korkuluklarıyla kapatılmış bir alana sıkıştırılmış, UNICEF etiketli bir yemek sunumunu…
Bamya pişirmişiz…
Ve bir de Aşur…
İyi de yapmışız…
Ele ve emeğe sağlık…
Ama…
Olmamış…
Bu şekilde olmamış…
Egzozun, tozun içinde olmamış…
Onca araç trafiğinin içinde olmamış…
Yemeğin sanatsal estetiği adına olmamış…
Hatay Mutfağı adına verilen resim olmamış…
Lezzetin rotası üzerine bir not paylaşayım mı sizlerle ?
"Tat duyusu, bir tabak yemeğin içindeki malzemeleri aşıp; anılarımıza, kültürümüze ve belki de genlerimize kazınır… Belleğimizdekinin benzeriyle karşılaştığımızda, duyuları ve hatırımızdan çıkmış olan anıları bir anda tetikler… O yüzden de masaya oturunca; önce gözlerimizi doyurur, kadeh tokuşturarak ses çıkarır, kulaklarımızı devreye sokarız... Ağzımıza yaklaşırken burnumuzun not verdiği yiyecekler, önce dudaklarımıza dokunur, sonra dilimize... Ağzımızın içinden kayarken de, doku ve sıcaklık farklılıklarını hisseder, tadını alırız... Güzel bir yiyecekten farklı bir lezzet aldığımızda, bu yalnızca belleğimize kaydolmakla kalmaz, gönlümüzde de yer eder... Aşçılık mesleğini zanaat olmaktan SANAT olmaya dönüştüren fark işte budur…”
Hafta sonu izlediğim görsellikte bu rota yoktu…
Gördüklerimi KENDİ adıma resmedeyim mi ?
Aslında bu resmi, UNICEF’ten aldığımız ünvan sonrası oluşturduğumuz - @HatayGastronomi - twitter adresi üzerinden paylaşılan 23 saniyelik bir video üzerinden anlatayım ! Orada verilen mi ? Oldukça ritmik yabancı bir müzik eşliğinde bir tarafta GELENEKSEL aşur, diğer tarafta YÖRESEL bamya pişirimi yapan bir çift… Ama onların arkasında göze çarpan başka bir şey var ! Polisin toplumsal olaylarda BARİKAT olarak kullandığı, üzerinde ‘POLİS’ yazan demir korkuluklar ! Sahi, böyle bir videoyu izleyen bir kişi ne düşünür ? Yöresel yemeklerin ‘gastronomik’ lezzetine ekli o estetiği ve sanatsal dokunuşu arayan bir kişi için bu ARKA PLAN nasıl bir mesaj verir ? Aslında yaşananların daha da garip olanı, kaynayan tencerelerin bir iki metre arkasında açılan bir SERGİ’ydi… Bir gastronomi etkinliğinde ODAK noktanız da DİKKAT çabanız da YEMEK’tir ! Peki, bu neydi ? Hepsinden öte bir şey daha var… Madem amacınız TANITIM ! En resmisinden SIRF BU İŞ İÇİN hizmete açtığınız http://hataygastronomi.com/ ve @HatayGastronomi adresleri neden bu etkinliği gereği kadar paylaşmaz ? Haberi neden, henüz üzerinde buharı tüterken CANLI CANLI vermez ? Hatta saatler sonrasında bile tek bir EK bilgiye dahi ulaşılmaz ?
Sözün özü…
Bir şeyi YAPMAK için yapmayalım !
Yaptıklarımıza yüreğimizi katalım !
Ama en çok da bir parça estetik !
Ve bir tutam da görsellik !
Aksi halde, dibi tutan bir ÜNVAN’dan öteye geçemeyeceğiz…
Yine de, afiyet olsun !