Amerikanın marka algısı Bizlerin marka sloganı
“Hiçbirimiz diğerimizin umurunda değil. Herkes “-miş-” gibi yapıyor. Severmiş gibi, düşünürmüş gibi, üzülürmüş gibi…” İdil Önemli tarafından yazılan ‘Gel Kollarımda Unut’ adlı kitabın sayfaları arasında ilerlerken karşınıza çıkan ufak bir cümle… Ufak, ama sizi durduruyor ! Durdurup, ‘sahi, böyle miyiz?’ diye sordurtuyor…
Peki, ne kadar “-miş-” gibiyiz ?
Bazı konularda mı her konuda mı ?
Aslında neredeyse her konuda…
BİZ’e geçmeden, diğerleri noktasında durup bir örnekte mola alalım mı ? Konuyu oradan bağlayalım…
Amerika’da, ki izleyeniniz vardır, büyük bir kasırga yaşanıyor… İnsanlar şehirleri terk ediyor… Gitmeyenler ise yaklaşan felaketin koşuşturmacası arasında stok yapıyor… Market rafları neredeyse bomboş ! Uzun bir süre fırtınaya direnmeye hazırlanan insanların korkuları yüzünden içme suyu bulmakta bile sıkıntı yaşanıyor…
Buna dair haberleri twitter hesabı üzerinden paylaşanlardan biriyim, ki yaşanan korkuyu ve telaşı resmeden bir fotoğraf paylaştım geçenlerde. Fotoğrafta görünen mi ? Bir Amerikalı, Winn-Dixie adlı bir süpermarketin boş rafları arasında ilerliyor… Haberdeki konu başlığı ise, ‘içme suyu kalmadı’ !
İşte tam da bu arada ‘MARKA’ denen şey devreye giriyor… Nasıl mı ? Aslında Amerikan Rüyası denen başarının hikayesinde duranların öğrenmesi gereken şeyin karşılığıydı yaşanan… Ama önce, bilmeyenler için ufak bir not... Winn-Dixie; Alabama, Florida, Georgia, Louisiana & Mississippi’de toplam 500 süpermarketten oluşan bir gıda zinciri… O yüzden, paylaştığım tweet mesajına karşılık gecikmedi…
“Normal program çerçevesinde kamyonlarımız mağazalarımıza ulaşmıştır… Mağazalarımıza su takviyesi yapılmaktadır…”
Bu cevap, basit iki cümleden oluşuyor… Basit, ama sorumluluk noktasında duran kurumsal ciddiyetin ne olması gerektiğinin altını çizen iki cümleden… Öyle ki, MARKA denen şeyin nasıl bir şey olduğunu bazılarımız için fazlasıyla netleştiriyor… Özellikle de bu kentin markasal derinliğini toprakla doldurma telaşında olanlarımız için!
Ve gelelim BİZ’e !
Ama o BİZ’e geçmeden, Orhan Pamuk özetlesin mi eldeki BİZ’i ?
Hiç okudunuz mu bilmem ama, bu bir tarihi Roman, adı da “Beyaz Kale”…
Derki orada… “Tuhaf ve şaşırtıcı olanı aramalıymışız… Evet, dünyanın bu bıkkınlık verici sıkıcılığına karşı yapabileceğimiz tek şey belki de buymuş… Ama tuhaf ve şaşırtıcı olanı dünyada aramalıymışız, kendi içimizde değil! Kendi içimizdekini aramak, kendi üzerimizde o kadar uzun boylu düşünmek mutsuz edermiş bizleri…”
Örneğimizin okyanus ötesinden gelmesi de bundan !
Tüm bu anlatılanların orta yerinde duran biri olarak merak ediyorum… Bir telefonun ucundayız… Ya da aynı şehirde ve birkaç km ötede… Onca haber yaptık ! Mesela, Hatay'ın Defne’sinde çıkan-çıkarılan, ama SAKLANANLARLA ilgili ! Onca soru sorduk, sesiz sakin ve bir o kadar GİZLİCE taşınan MOZAİKLERLE ilgili ! Sorguladık da hatta… Yapılanı, yapılma şeklini, yanlış yapılanları, yapılmayanları… Bizden köşe-bucak kaçırılanların fotoğraflarını ise güç-bela elde ettik, ardından da ‘BUNLAR’ dedik ! Anlamadık ama… Yapılanı da, yapılmak isteneni de, nedenini de… Ama sormaktan vazgeçmedik, sormayanların ve konuşmayanların memleketinde hele ki !
Finale ekli bir sorum var, hayatlarımıza dair…
“…Eğer bir ALICI çıksaydı karşınıza, bir ŞEYTAN mesela, NE KARŞILIĞINDA satardınız ruhunuzu, ne karşılığında cehennemlerde yanmaya RAZI olurdunuz ? ”
RAZI olur muydunuz ?
Çok şey karşılığında mesela ?
Hayır mı, ki haklısınız, ben de ‘hayır’ !
Yaşamım da ruhum da bana ait, yaşanmalı !
Hakkıyla, sadakatle, bize verildiği misyonuyla !
O zaman ben de sorayım mı bir tane ?
Madem ruhunuz bu kadar değerli, ki yaşamınız da…
AYAĞA kalkmanız gerektiğinde neredesiniz ?